Lawrence George Durrell (d. 27 Şubat 1912 - ö. 7 Kasım 1990) Britanyalı romancı, şair, oyun yazarıdır. Kendisini Britanyalı olarak görmemiştir. Ölümünden sonra Britanya vatandaşı olmadığı ortaya çıkmıştır. En bilinen çalışması İskenderiye Dörtlüsü'dür.
27 Şubat 1912 tarihinde Hindistan'da doğdu. Öğrenimi için on iki yaşında İngiltere'ye gitti. Londra'da çeşitli işlerde çalıştıktan sonra, Yunanistan'da Korfu adasına yerleşti. İkinci Dünya Savaşı sırasında ve savaştan sonraki yıllarda Rodos, İskenderiye, Kıbrıs gibi Akdeniz ülkelerinde yaşadı.
Şiirleri, romanları bu yerlerin yankıları ile doludur. "Justine" adlı romanının yayınlandığı 1957 yılına değin az tanınan bir ozan iken "Justine", "Balthazar", "Mauntoliv", "Clea" adlı roman dizisinden sonra günümüzün en çok okunan ve sözü edilen yazarlarından biri oldu.
Bir yazarı özledim bugün. Edebiyatı bambaşka bir noktaya taşıyan bu yazar paylaşım, cinsel özgürlük ve mülksüzlük kavramlarını öyle güzel savunuyor ki! Bakış açısının kişiden kişiye göre ne denli değişken olduğunu bu kadar güzel aktarabilmesi de cabası... Satırların arasında dolaşırken ıssız bir sahilde güneşleniyormuş gibi hissediyorsunuz. Kısacası özlediğim şey İskenderiye Dörtlüsüdür..
"İnsan yüreğini kim icat etti,merak ediyorum.Şunun adını söyle bana,sonra da asıldığı yeri göster”
Trajedi doğmadan önce doğmuş bir şehir var bu kitapta.Tarihin hasisliğine kayıtsızmış gibi güneşlenen,yüzü kavruk,elleri nasırlı,ayakları devasa bir şehir.Ve o ayakların altında kımıldanan Justine’ler,Melissa’lar,birileri.Birileri,kendi
Yazarın tüm dörtlüyü bir arada tutan çivi dediği bu kitabın baş kişisi İngiliz diplomat David Mountolive. Seriye bir aşk hikayesiyle dahil oluyor, ruhundaki dalgaları, zihnindeki dolambaçları okuyoruz uzunca. Sonrasında elçi olarak atandığı İskenderiye’yi onunla adımlayıp karmaşık politik ilişkilerin içine dalıyoruz. Mısır ölçeğinde Ortadoğu’nun büyük yarılmalarından önceki görece küçük çatırdamalara, güç ilişkilerine, siyasi ve dini komplolara dair söylediklerini dinliyoruz.
Bu, ilk ikisine göre daha az sevdiğim bir kitap oldu. İnsanın ruhunu daha az didiklediği, şehir tasvirlerine daha az yer verdiği ve elbette politikanın kitabın odağına oturan mesele olmasından ötürü. Ama benim bunca huysuzluğuma rağmen kendini okutmanın yolunu da buldu mu buldu.
Bir arkadaşım bu seri için kaleydoskopa benziyor demişti. Duyduğum en güzel benzetme olabilir. İlk kitapta Justine’e söylettiği şu sözler de bunun tamamlayıcısı: “Yazar olsaydım kişilerimde çok boyutlu amaçlardım, prizmasal denebilecek bir görünümü. Neden sanki bir insan aynı anda birden çok resim veremesin?”
Sürekli başka bir yerden baktırıyor bize, hem insanların, hem olayların başka renklerine, başka biçimlerine bakarken buluyoruz kendimizi. Sadece bunun ne kadar müthiş bir iş olduğunu fark etmek için bile okunur bu seri.
MountoliveLawrence Durrell · Can Yayınları · 2022254 okunma
Durrell’in kurgusal gerçekliği değiştirmesini bekliyordum da bu kadar çabuk beklemiyordum. Kurmaca içinde kurmaca İskenderiye Dörtlüsü’nde de vardı ancak Avignon Beşlisi’nin ilk kitabında başat ögelerden. Sürpriz bozan olmamak için daha fazla detay veremiyorum.
İskenderiye Dörtlüsü’nün ilk kitabı Justine’de şiirsel, duygulu, yoğun bir anlatım