Edebiyata pek ilgisi olmayan öğrenci, yıl sonunda ödev konusu olarak Celine’i seçmek ister ve şöyle der: ‘Gecenin Sonuna Yolculuk’u okudum ve bir tokat yemiş gibi oldum.’
Bu öğrenciden bilmem kaç kilometre ötede yaşayan ben, onun adını sanını bilmeyen ben de aynı şeyi hissediyorum şimdi. Celine’in yarattığı Ferdinand Bardamu ile.
Sadece Bardamu değil elbet, savaşın-kan emiciliğin-ölümüne bencilliğin-riyanın ve dahi pek çok ‘insanlık sefaletinin’ gösterilmesinden bu tokat.
Öyle bir gösteriş ki hem de, sanırsınız bir panayır ve o panayırın ortasında hangi yöne gideceğini bilemeyen-ışığın gözlerini kamaştırdığı bir çocuksunuz.
Bir tarafta eline silah almayı beceremeyenlerin bile askerden sayıldığı savaşlar, bir tarafta pisliğe bulanmış ama kendini pirupak göstermeyi vazife sayanlar..
Kokuşmuşluğun ortasında başını biraz olsun kaldırıp daha fazla batmamaya çalışanların da olduğu..
.
Demem o ki Gecenin Sonu karanlıktan geçiyor, gözün gözü görmediği, soğuğa kesen, iç titreten, adımlarını iki kez düşündüren.
.
Zaman zaman beni dibe çeken ve bir kenara koyduğum, sonra büyük bir utanmazlıkla beni kendine çekip, ‘hadi okumaya devam et’ diye fısıldayan bir kitap oldu Gecenin Sonuna Yolculuk. Daha fazla ertelemediğim için de ayrıca sevindiğim, iyi ki dediğim..
.
Yiğit Bener’in yazarın diliyle bütünleşen çevirisiyle(ki yazdığı sonsözde de görüleceği üzere), Davut Yücel kapak tasarımıyla~