15 milyon genç lise ve üniversitelerde gelecek korkusu içinde yaşamaktadır. Bu gençliğe kitap listeleri vererek problemlerini aşabileceklerini teklif edemeyiz (etmemeliyiz).
Kapitalist sistem "kendi kendine yeten insan" varlığını yıkmış, "bu insan türünü" geri gelmeyecek şekilde neslini tüketmiştir.
Hayvan türlerinin yok oluşuna çok üzülen kapitalizmin insan türünü yok ettiğini ve onu metropol kölesine döndürdüğünü hüzünle izliyoruz.
Türk Evi, yeryüzünde “orta” değerlerle yaşamayı esas almış toplumun, topyekûn erdemli hayatla âhirete sıçramaya vesile kıldıkları bir Yurt-Vatan teşkil etme arayışı olarak düşünülmelidir.
"Türk şehrinin en önemli özelliği bahçeli/hayatlı iki katlı beyt olmasıdır. "Türk evi" müstakil evdir. Türk şehirleri müstakil evlerden inşa edilir. Türk evi, "beyt"tir. Beyt, mescit demektir. Eski Türklerin "ev-bark" kelimesindeki ifade ettiği "bark" da mabed demektir."
Erdemleriyle yaşayan insanlar varsa, o insanlardan oluşan milletin geleceği de vardır.
Türkler tarihte pek çok afet yaşamış, pek çok insanını kaybetmiş, "öldü" denildiği zamanlarda bile dirilmiş bir millettir.
Dede Korkut destanlarında kadın "Erdemli Kadın" olarak görülür.
Bu şahsiyet, kocasını sınayarak (imtihanlardan geçirerek) kendine denk (küfüv) olup olmadığını anlar ve nikâh aktini iradeyle yapar. Dede Korkut'ta kadın, aile değerlerini koruyan ve gözeten olarak ortaya çıkar. Evladını helal süt ile yetiştirir:
“Dizini bastırıp oturunca helalli güzel,
Ak sütünü doyunca emzirse ana güzel” sözünde olduğu gibi, töreli yaşaması onu erdemli kılar.
Türkler helal süt meselesini çok büyük değer bilmiştir: "Sütle giren huy, can ölünce çıkar” sözünde de görüldüğü üzere helal süt ile beslenmiş çocuğun toplumda erdemli bir insan olarak yaşayacağı düşünülür. Helal sütün kapsamı hem zina etmemeyi hem de eve giren geçimliğin helal yoldan iktisap edilmesini ifade ettiğinden ana ve babanın erdemli olmasını gerektirir.
Dede Korkut'ta ERDEMLİ KADIN, kocasının kendisine sığındığı, fikrini aldığı HİKMET sahibi kadındır. (Ki Peygamberimiz de ilk vahiy aldığında Hz. Hatice'ye böyle sığınmıştı).
Türk Töresi'nde Ziya Gökalp'in ifade ettiğinin aksine Feminizm yoktur. Fakat kadın küfüv olarak gördüğü adamı koca olarak seçer. Erkeğin görevi evdeki helal geçimliği temin etmesidir. Kadın bu ERDEMLİ kocaya "Başım Tahtı" der. Evde erkek direk, kadın ocak ile temsil edilir. Dede Korkut'ta kadın, EV'in Dayağı'dır.
Bu söz halk arasında deforme edilmiştir.
Türkçede DAYAK, "evin kapısını arkadan kitleyen" veya "kapının arkasına konulan destek" demektir. Dede Korkut'ta Banı Çiçek, eşini at yarışmak, güreşmek, ok atmak yolu ile imtihan etmiştir.
Din, erdemliliği; bilim, dünyayı imar etmeyi hedef gösterir.
Bir toplum dinde geriye düşmüşse (erdemlerini kaybetmişse) dünyayı imar etme yetilerini de kaybetmiş olur.
Çoğu kişi dindarlığı, ibadetle izah eder. Oysa din, ahlâk-erdem ile yaşamak, kul hakkını çiğnememektir.
Dergilerimizde fikir adamı tabusu var. Bu tabu, 1960'larda ortaya çıkan dergilerde eser vermiş yazarlara "müridce" bağlılık geliştiren ve eserini kendi fikrine dayalı olarak değil, "üstad"ın fikirlerinden, "maneviyatından" aldığı destekle ortaya koyanlar tarafından imal ediliyor. Böylece "paradigma dışı" söylemle "üstad"lara yaklaşan yeni yazar çevresi oluşmuyor.
Mevcut "edebi/fikrî kamu" yeni fikirlere açık olmadığı için tıpkı engizisyon gibi çalışıyor. Bir yazar yeni fikir, üslûp, paradigma ifade etmek için yola çıktığında "buraya girilmez" deniyor.
Muhafazakâr kesimde iki elin parmakları sayısına anca ulaşan bir "üstadlar" zirvesi var. Bütün sempozyumlar, edebî/fikrî toplantılar onlar adına ve onların eserlerinin yeniden güncel söyleme dönüşmesi amacıyla yapılıyor.
Edebî/fikrî dergilerde "yayımlanabilir metin"ler için "orjinallik" değil, fetişizm esas alınıyor.
Besim Dellaloğlu: "Kaynaklarını eleştirel bir biçimde bile olsa ciddiye alamayanı, Batı’da kimse ciddiye almaz. Köken, aynı zamanda hedeftir. (yani eleştirilmelidir)."
"Medeniyet"ten bahseden aydınlar dediler ki: "Osmanlı'da kamu binaları taş ve mermerden, halkın meskenleri ise kerpiç ve ahşaptan inşa edilirdi. Böylece kalıcılık Cami-Köprü gibi eserlerde, geçicilik ise evlerde temsil edilirdi"
Bu perspektif güncel topluma taşınabilir mi?
Halkın meskene ulaşması, ayakkabı tamircisine ulaşmak kadar kolay olduğunda gerçek medeniyet durumuna varabileceğiz.
Çünkü medeniyet yüksek binalar değil, herkesin barınma hakkını kollayan, geçimini temin eden bir "saadet yurdu" demektir.