16. asrın sonlarında Osmanlı idaresine geçen Amasya Buharalı Türk’ün hicret yeri olmuştu. Bunlar arasında, “Sühreverdi” tarikatına mensup bir şeyh de vardı. İsmi Mustafa olan bu genç “Dede” Peygamberimizin “Evleniniz, çoğalınız” emrine, şahsı için uyma zamanının geldiğine kanaat getirmişti. Bu fikirle, bir gün Amasya’da gezerken, keşfi açık mübarek bir zata rastladı. Bu zat, onun kalbinden geçenleri okuyup, “Ey Dede! Senin evleneceğin, filan mahallede bir fakir kadının kızıdır, ondan başkası değildir. Almakta tereddüt etme!” dedi.
Mustafa Dede, hemen bu emri yerine getirip, o fakir kızını buldu ve aldı. Sonra, o keşfi açık zat ile tekrar görüşerek bu tavsiyenin sebebini sordu. Mübarek, bu defa ellerini kaldırdı ve “Madem ki, sen o fakirenin kızını aldın. Allah, sana ondan öyle ir çocuk versin ki, kemalatı, irfanı ve güzelliği, her yerde bilinip söylensin, namı kıyamete dek kalsın, ismi de Hamdullah olsun” diye dua etti.
İşte “Hamdullah” ismini verdikleri istikbalin hat dehası, 1429 yılında Amasya’da doğdu. Büyüyüp de, güzel yazıya karşı alaka duyunca – muhtemelen Amasya’da oturan- devrin hat üstadı Maraşlı Hayreddin’e devama başladı, icazet aldı. Bu arada, hocasının hocası Abdullah-ı Sayrefi’nin yazılarını tedkik ederek ile görgüsünü artırdı.