Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

M.Zekai Konrapa

M.Zekai KonrapaPeygamberimizin Hayatı yazarı
Yazar
8.6/10
4 Kişi
26
Okunma
2
Beğeni
1.263
Görüntülenme

Hakkında

Mehmet Zekâi, 13.01.1888'de Bolu'da doğdu. Şeceresi, baba tarafından Azerbaycan'a uzanır. Büyük dedesi Hacı Ali Ağa, Büyük Bozgun da denilen 93 Harbi, (1877-78) Osmanlı-Rus Harbi esnasında, Azerbaycan'dan Van iline göç eder.(II. Abdülhamit döneminde yaşanan bu büyük facia sırasında, Balkanlar'da ve Kafkaslar'da milyonlara varan sayıdaki Osmanlı tebası, katliama ve soykırıma maruz kalır. Ve yine milyonlarca sivil ahali de, bin bir müşkülatla Anadolu topraklarına sığınır.) Büyük dede Hacı Ali Ağa'nın ailesi, 1914'de I. Cihan Harbi'nin başlaması üzerine, Çarlık ordularının ve Ermeni birliklerinin Trabzon'dan Van'a uzanan hattın doğusundaki Osmanlı vilayetlerini işgal etmesi ile yüz yüze kalır. Özellikle Ermeni birliklerinin, Çarlık Rusyası'nın kendilerine vaad ettiği “Büyük Ermenistan Hayali” ile, toplu Müslüman katliamına girişmeleri sebebiyle, bölgenin Müslüman ahalisi Orta ve Batı Anadolu'ya göçe başlar. M. Zekâi'nin dedesi Vanlı Mehmet Ağa, askerlik vazifesi sebebiyle Bolu'dadır. Ailesinin, Van'da kalan üyelerinin âkıbeti meçhuldür. Vanlı Mehmet Ağa, Bolu'da kalır ve Türkmenoğulları ailesinin kızı ile evlenir. Bu izdivaçtan doğan Vanlızâde Cemal Efendi, esnaflığa yönelir. Büyük Camii'n Güneyinde, büyükçe bir bakkaliye mağazası işletir. Vanlızâde Cemal Efendi'nin, Cebecioğulları ailesinden bir hanımla evliliğinden doğan ilk erkek çocuğa Mehmet Zekâi adı verilir. (1888) Ailenin ortanca oğlu Mustafa Sabri 1893'te, küçük oğul Ahmet Şerafettin ise 1898'de doğar.Vanlızâde Cemal Efendi ailesinin Karamanlı Mahallesi'ndeki evi, büyük bir yangında telef olur. Aile, Akmescit Mahallesi'nde yeni yaptırdıkları eve taşınır. (Akmescit Mahallesi, ilerleyen yıllardaki mahalle taksimatında iptal edilir. Bugünkü Tabaklar Mahallesi ile Karamanlı Mahallesi arasında kalan mahalle tekabül etmektedir) Mehmet Zekâi'nin mektebe giriş yaşı geldiğinde, o dönemin geleneğine uygun olarak önce Mahalle Mektebi'ne (Kur'an Kursu) yazdırılır. Mehmet Zekâi, alay ve dualarla, Somuncu Mahalle Mektebi'nde ilk tedrisatına başlar. O günün kanunlarında, yedi yaşına gelen çocukların ilk mektebe kayıt edilmeleri mecburiyeti vardır. Mahalle Mektebi'ne yedi yaşını geçen çocuklar kabul edilmez. Yedi yaşına gelen M. Zekâi, Mahalle Mektebi'nden çıkarak İmaret İlk Mektebi'ne yazdırılır. 1895-1899 yılları arasında, dört yıllık ilk mekteb eğitimini tamamlar. O dönemde, Bolu'da halkın itibar ettiği okullar medreselerdir. Yaygın olan kanaat, “İnsana biraz okuma yazma, hesap yapmak yetişir. Müslümanlığı öğrendikten ve namaz surelerini belledikten sonra, fazla okuyup da ne yapılacak!” tarzındadır. Dönemin idadilerine(lise) halkın rağbeti, yok denecek seviyededir. Bu merhalede, baba Vanlızâde Cemal Efendi'yi, Başmuallim Efendi ikna eder. Bu sayede M. Zekâi, 1899'da Bolu İdadisi'ne kayıt olur. İdadide okurken, medrese tahsilinden de mahrum yetişmemesi için, Bolu'nun ünlü medrese alimi Konyalı Ömer Efendi'den dersler almaya devam eder. M. Zekâi, Bolu İdadisi'nin çalışkan bir öğrencisi olarak, bilhassa mektep hocalarından, dönemin Şeyhülislâm'ı Sabri Efendi'nin damadı M. Ali Efendi ve onun kardeşi Emrullah Efendi'nin derslerinden çok etkilenir. Kendisi bu hocaları için; “Ahlâkı mazbut, dini salâbeti kuvvetli hocalarım” deyimini kullanır. (Kurtuluş Savaşı sonrasında Sabri Efendi, vatana ihanet suçu ile 150'likler listesinde yer aldığı için Balkan ülkelerine, damadı M. Ali Efendi ve kardeşi Emrullah Efendi de Mısır'a kaçarak, ülkeye bir daha dönemezler) M. Zekâi, İdadi eğitimini 6 yılda tamamlar. (199-1905) idadi yıllarına ait, unutamadığı hatıralarından birisini de şöyle aktarır: [Her Perşembe idadi müdürü Memduh Bey'in odasının önünde, tekmil öğrenci divan durup, II. Abdulhamit'e sadakat merasimi yapar, “Vecibe i zimmet-i memlûkânemiz olan Padişahım çok yaşa!” duasını okurduk] Bolu İdadisi'nden Aliyyül Âlâ derecesi ile şehadetnâmesini 1905'te alır.Müftü Emin Efendi'nin telkinleriyle, baba Vanlızâde Cemal Efendi, oğlunu İstanbul'a göndermeye razı olur. Bolu İdadisi'nin musaviliğini temin için, İstanbul Mercan İdadisi üçüncü sınıfına nehari olarak kayıt olan M. Zekâi burada iki yıl eğitim alır(1905-1907). Mercan İdadisi, dönemin mühim okullarından birisi olarak rağbet gören ve Darülfünun'a öğrenci hazırlayan bir eğitim kurumudur. Burada M. Zekâi'yi en çok etkileyen hocaları Ali Nazima, Ali Seydi, Müftü Mehmet Fehmi ve Nîşân Efendilerdir. 1907 yılında M. Zekâi, Darülmuallimin Rüşdî bölümüne yazılır. 1909'da da Darülmuallimin-i Âliye-i Edebiyeye şubesine naklolur. Darülmuallimin eğitimi esnasında onu en çok etkileyen muallimleri: Salih Zeki, Ali Kemal, Mehmet Akif, Rıza Tevfik ve Emrullah Efendi'dir. (Muallimlerden Ali Kemal, Hürriyet ve İtilaf Fırkası İdeoloğu, İngiliz Muhipler Cemiyeti kurucusu, Damat Ferit Hükümetlerinin Maarif Nazırı, Dahiliye Nazırlığı görevlerinde bulunan ve 1922'de İzmit'te halkın linç ettiği Ali Kemal'dir).M. ZEKÂİ'NİN FİKRİ TEMAYÜLLERİNİN ŞEKİLLENMESİ M. Zekâi'nin Darülmuallimin yılları, ülkenin yoğun siyasi, askeri buhranlarının ve olaylarının yaşandığı bir dönemdir. 1908 II. Meşrutiyet'in ilanı, İttihat ve Terakki taraftarlarının, merkezde ve taşrada devlet kadrolarını ele geçirmesi, 31 Mart Vâkası, Harekât Ordusu'nun İstanbul'a gelmesi, II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesi, İtalyanlarla Trablusgarp Harbi gibi hızla gelişen olaylar, giderek toplumda siyasi kamplaşmaların keskinleştiği bir umûmi vaziyet meydana gelir. İttihat ve Terakki kadrolarının keyfi, zorba ve şahsi menfaatleri kollayan tavırlarına, II. Abdulhamit'in tahttan indirilmesine bizzat başkentte tanık olan M. Zekâi, giderek Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın fikirlerine temayül gösterir. Meşrutiyetin ilanına, Harekât Ordusu'nun uygulamalarına karşı muhalif fikirler geliştirir. Kendi yazdıklarıyla: “İttihat ve Terakki; II. Sultan Abdulhamit idaresini yıkmak için kurulan gizli ve siyasi cemiyetlerin en kuvvetlisi idi. İlk defa İstanbul'da Askeri Tıbbiye talebesi arasında başladı(1890). İttihat ve Terakki Komitesi'nin kuruluşuna da Anadolu'da harekete geçmiş bulunan Ermeni Komiteleri ön ayak olmuştu.” “ Enver, Türk askerlerini tecrübesizliğine kurban eder, Tal'at İstanbul halkını ihtikâr zulümleriyle açlıktan öldürtürken, Cemal Paşa da Suriye'de Arapları nefyediyor, en fâzıl ve muhterem simalarını darağaçlarına çekiyordu.” “ Bir zamanlar Mekteb-i Harbiye'de mahçup bir edâ ile dolaşan, Manastır şivesini el'an terk edemeyen Enver Bey, şimdi Sultan Mehmet Hamis'in saltanatına şerik olmuştu Türkiye'nin, Türk ırkının en büyük katili, Âyân'da çizmelerini takırdatarak cinayetlerini zafer şeklinde anlatıyor.” “Harekât Ordusu'na arkasını dayayan İttihat Terakki, memleket idaresinde mutlak bir surette diktatörce idare etti. ( ) Ordu İstanbul'a girdi. Sultan II. Abdulhamid'i tahtından indirdi. Yerine Sultan Reşad'ı koydu. Mücrimler öbek öbek asıldı On sene boyunca memleket (hürriyet) diye bir şey görmemiştir.” “ Sultan Abdulhamid'in irtihal eylediği gün, halkın ruhen isyanı zımnen tezahür etmiş gibi idi. Cenazenin geçeceği yollar, binlerce ahali ile dolu idi. Abdulhamid'in cenazesi tekbir ve tehlillerle götürülürken şehit anaları, dul zevceler evlatlarını, türedilerin cehaletine kurban veren babalar müteessirane ağlıyorlar. -Başını kaldır da bak. Bizi kimlere bırakıyorsun? diye bağırıyorlardı.” “İttihat ve Terakki, Teceddüt Fırkası adını aldıktan sonra, 'Milli Mücadele' devresinde Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı'na girerek halkın karşısına yine çıkmıştı. Bunu görenler, Milli Mücadeleyi yanlış olarak İttihat ve Terakki'nin yeniden canlanması olarak vasıflandırmışlardı. Anadolu'da yer yer baş gösteren ayaklanmaları inceleyenler, haklı olarak, eğer İttihatçılar isim değiştirerek Milli Mücadeleyi benimsemeselerdi, Anadolu isyanları olmaz veya bu isyanların çeşitli sebepleri arasında en mühimini teşkil etmezlerdi demektedirler.” M. Zekâi Efendi'nin, özellikle son bölümde aktardığımız görüşlerinin; “İnce, zarifane bir temize çıkma çabası olduğunu, saltanata ve Hilafete sonuna kadar bağlı kalışının, Kuvayı Milliye'ye ve İstiklal Savaşı'na karşı duruşunun özür cümleleri olabilir mi, yorumsuz bırakıyoruz!” M. ZEKÂİ MESLEK HAYATINA BAŞLIYOR M. Zekâi, 1911 yılında Darülmuallimin'den mezun olur. İlk görev yeri Çankırı İdadisi'dir (1911). İkinci görev yeri Şam İdadisi ve Sultanisi'dir (1912-1914). M. Zekâi, 1914 yılında, becayiş yaparak Bolu'ya gelir. Fakat aynı yıl başlayan I. Dünya Savaşı ve 3 Ağustos 1914'de ilan edilen genel seferberlik sebebiyle, Bolu Askerlik Şubesi tarafından İstanbul'a sevk edilir. Harbiye'de, dört ay yedek subay namzedi talimine dahil olur. Talim sonrası, silahsıza sevk edilir. Fakat M. Zekâi, 45 altın nakdi bedel ödeyerek, askerlikten muaf tutulur. Ortanca kardeşi Mustafa Sabri(D. 1893), Balkan Harbi'ne yedek subay olarak katılır. I. Dünya Savaşı'nda ise, Irak Cephesi'ne sevk edilir. Kûtül- Ammâre'de yaralanarak Hanikin Hastanesi'ne kaldırılır. Hastane'de şehit olur (26 Haziran 1916). Küçük kardeşi Ahmet Şerafettin(D.1898), Sultani(lise) talebesi iken, yedek subay olarak askere alınır. Suriye-Filistin Cephesi'ne sevk edilir. Savaşta İngilizlere esir düşer ve Mısır'daki İngiliz esir kamplarına götürülür. M. Zekâi, Bolu Sultanisi'ndeki muallimlik görevini 9 yıl (1914-1923) sürdürür. M. ZEKÂİ'NİN BOLU'DA MUALLİMLİK GÜNLERİ M. Zekâi Bey, kısa süren yedek subay namzedi eğitiminin sonrasında, Bolu'daki muallimlik vazifesine geri döner. 1915 yılının Ocak ayında, Bolu Sultanisi'nde fiili görevine başlar. (1914-1915 ders yılında Bolu İdadisi lağvedilmiş, yerine Bolu Sultanisi tedrisata başlamıştır). M. Zekâi Bey, tarih ve edebiyat muallimi olması hasebiyle Bolu'daki bayramlar, törenler vasıtası ile yaptığı konuşmalarla Bolu camiasına kendini gösterir. Mutasarrıflığın, Belediye'nin, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin, Türk Ocağı'nın, Muallimler Cemiyeti'nin toplantılarında, yemekli ziyafetlerinde konuşmalar yapar, konferanslar verir. Bilhassa, Mercan İdadisi'nden hocası Ali Seydi Bey'in 1916'da Bolu'ya mutasarrıf olmasından sonra, tarihçi olan Ali Seydi Bey'in yönlendirmesi ile Bolu gazete ve mecmualarında makaleler, tefrikalar yayımlamaya başlar. 1916 Bolu Salnamesi Hazırlama Komitesi'nde görevlendirilir. M. Zekâi Bey, bu arada Düzce'ye giderek, o zaman Düzce kaymakamı olan meşhur Tırnovalı Osman Nuri Bey ile görüşür. (Osman Nuri, 1920 yılında Bolu mutasarrıfı olarak görev yaparken, bölgedeki Hilâfet Ayaklanmalarının baş kışkırtıcısı ve örgütleyici ve Kuvayı Milliye'nin amansız düşmanı olarak tanınacak, ikinci Bolu Hilâfet Ayaklanması'nda Kuvayı Milliye zabit ve neferlerinin katledilmesinden sorumlu olacaktır. Milli Mücadele'nin kazanılması ile Osman Nuri, “Vatana ihanet suçu ile 150'likler listesine dahil edilecek” ve Romanya'ya kaçacaktır) M. Zekâi Bey'in Bolu'daki ilk dönem muallimlik günleri pek hoş geçmektedir. Bolu, Dertli, Kürsii-Millet gazetelerinde, Milli Gaye, Altun-Yaprak, Abant, Çele mecmualarında yazıları neşredilmektedir. Kendi deyimi ile bu dönemde en büyük sıkıntısı, muallim maaşlarının düzenli ödenmeyişidir. (Özellikle Kürsii-Millet Gazetesi, Bolu Hilâfetçileri'nin yayın organı olarak, Kuvayı Milliye taraftarlarını karalayan bir yayın organıdır.) *** I. Dünya Savaşı sonunda, Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalayarak teslim olmuştur. İngiliz, Fransız, İtalyan orduları ve onların yanındaki Yunan Ordusu ve Ermeni Birlikleri Anadolu'yu dört bir yandan işgal etmeye başlamıştır. Padişah, İstanbul Hükümeti, Hürriyet ve İtilaf Fırkası taraftarları çareyi İngiliz veya Amerikan mandasında görmektedir. İtilaf Devletleri Ordularının ve onların yandaşı Yunan ve Ermeni ordularının Anadolu'yu işgali, giderek zulüm, mezalim ve toplu katliamlara dönüşmeye başlamıştır. Bu aşamada Anadolu'nun dört bir yanında “kendiliğinden” direniş hareketleri doğmaya başlamıştır. Anadolu'nun bağımsızlık ruhu uyanmaktadır. Bu uyanış Kuvayı Milliye'yi yaratır. Giderek Redd-i İlhak, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri etrafında toparlanan Kuvayı Milliye, kongreler sonrasında, Anadolu ve Rumeli M.H.C adı ile bir çatı altına toplanır. Anadolu'da Kuvayı Milliye Ruhu'nun doğuşu, Kuvayı Milliye birliklerinin Ankara etrafında merkezileşmesi işgalci güçleri korkuya düşürür. Batının yüzyıllık malum politik tezgahı, “Böl ve yönet” devreye sokulur. Padişahın, Şeyhülislâm'ın siyasi ve dini otoritesi kullanılarak vatan savunması yapan Kuvayı Milliye karşısına “Kuvayı İnzibatiye-Hilafet Ordusu” çıkartılır. Amaç çok açıktır. “Kardeşi kardeşe kırdıracak bir iç savaş yaratarak, Kuvayı Milliye Direnişi'ni ezmek. Anadolu'nun topyekûn işgalini gerçekleştirmek.” 17 Nisan 1920'de Hilafet Ordusu taraftarları Bolu'ya saldırır. Mutasarrıf Ali Haydar Bey makamından indirilir. Bolu, Ankara ilişkisini keserek İstanbul'a bağlılığını bildirir. 2 Mayıs 1920'de Arif Bey komutasındaki Kuvayı Milliye'nin Bolu'ya gelişi ile bu kez Hilafetçilerin ileri gelenleri şehri terk eder. M. Zekâi Bey, bu dönemi yazılarında şöyle anlatıyor: “ Artık eve kapanmayı muvafık buldum. Evdekiler, köye gidiver, herkes gitti, sözünü dinlemedim.( ) Kuvayı Milliye Bolu'dan çekilinceye kadar Kimya Muallimi Nizami Bey'in evinde gizlendim.” Bolu'nun Kuvayı Milliye'nin eline geçtiğini haber alan; Adapazarı, Bolu, çevre köylerdeki Hilafetçiler topyekun Bolu'ya karşı saldırıya geçerler. Şiddetli çatışmalar sonunda Bolu'ya giren Hilâfetçiler, yakaladıkları Kuvayı Milliye zabit ve neferlerini sokaklarda, Hisar Mektebi'nde hunharca katlederler. Ellerindeki listelerle mahalle aralarına girip, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti taraftarlarının evlerini basar ve talan ederler. Bu arada M. Zekâi Bey'in evine de gelen Hilafetçiler, valide hanımın, “Biz de sizdeniz!” lafzı ile geri çekilirler. Bir süre sonra Bolu Hilâfetçileri, Kuvayı Milliye taraftarlarına karşı uygulanan zulüm ve katliamın intikamının alınacağı korkusuna kapılırlar. M. Zekâi Bey, anılarında durumu şöyle aktarıyor: “ Bolu'da korku mevcuttu. Kuvayı Milliye'nin tekrar gelerek intikam almak istemesi, herkesi heyecan içinde yaşatıyordu.” Bolu Hilâfet önderleri Düzce'ye kaçınca, M. Zekâi Bey de 7 Mayıs 1920'de Düzce'ye gider. Ortalık sakinleşince 14 Mayıs 1920'de Bolu'ya geri döner. M. Zekâi Bey'in anlatımıyla İstanbul Hükümeti tarafından Bolu'ya bir Erkan-ı Harp Heyeti gönderilmişti. Bu heyet Düzce ve Bolu'da Kuvayı İnzibatiye'yi kurmak ve silahlandırmakla görevlendirilerek bin kadar da silah getirmişti. M. Zekâi Bey, 14 Mayıs'ta Bolu'ya döner. Kendi anlatımı ile Bolu sükûnet içindedir. Bolu'da asayişi, İstanbul'dan gönderilen Kuvayı İnzibatiye'ye mensup zâbitan ve Erkan-ı Harp temin etmektedir. Bu heyet İstanbul'dan, Bolu'ya Kuvayı İnzibatiye'yi kurmak amacıyla gönderilmiştir. Getirdikleri bin kadar silahı Düzce ve Bolu Hilâfetçilerine dağıtmışlardı. İstanbul'dan gönderilen Kuvayı İnzibatiye, Erkan-ı Harp heyeti zabitlerinden Binbaşı Hayri Bey ve Yüzbaşı Mehmet Hulusi Efendi ile genel durum değerlendirmeleri de yapan M. Zekâi Bey gelişmeleri, ilgili eserinde şöyle aktarıyor: “ Mudurnu meselesi uzadıkça uzuyordu. Bir aralık Düzce ve Bolu kuvvetlerinin çekildiğini öğrendik. O zaman Bolu telaşa koyuldu. Fakat tekrar yine kuvvetler sevk edilerek Mudurnu kuşatılmak istenildi. ( ) tatlı bir ramazan geçiriyorduk. Yalnız endişemiz Mudurnu meselesi idi.” Hilâfet Ayaklanması bölgedeki şehir ve kazalarda yayılmış, fakat hala Mudurnu'da Kuvayı Milliye taraftarları direnmektedir. Bu aşamada Bolu'ya yeni bir mutasarrıf atanır. Bu, M. Zekâi Bey'in daha önce Düzce Kaymakamlığı sırasında görüştüğü Tırnovalı Osman Nuri'dir. Osman Nuri, Bolu'da halkı toplayıp, Kuvayı Milliye'yi kötüleyen nutuklar vermektedir. Bolu'da Kuvayı İnzibatiye ve Hilâfet Taraftarları Cephesi'nin lideri gibi vazife yapan Osman Nuri'nin yayınladığı bildiride Kuvayı Milliye taraftarları; “Dine, devlete, saltanata, hilafete karşı gelen asi, Bolşevik, bulaşık kişiler” olarak tanımlanırlar. M. Zekâi Bey, ilgili eserinde gelişmeleri şöyle aktarıyor: [ 24 Mayıs Pazartesi günü idi. “Mudurnu Cephesi bozulmuş Mutasarrıf (Osman Nuri) ve Bolu Heyeti (Hilafet Heyeti) Düzce'ye kaçmış, Kuvayı Milliye Bolu'ya geliyormuş” deyince donakaldım şaşırdım, tefekkürüm durmuştu. Ne yapacağımı bilmiyordum.] BÜYÜK KAÇIŞ! İstanbul'dan Bolu'ya, Kuvayı İnzibatiye'yi kurmak ve silahlandırmak görevi ile gelen Erkân-ı Harp zabitleri ile durum değerlendirmesi yaptığını, Bolu Hilâfet Ayaklanmaları'nın örgütleyicisi ve kışkırtıcısı olan Mutasarrıf Tırnovalı Osman Nuri ile Düzce Kaymakamlığı döneminden beri ilişkisi olduğunu belirten, buna rağmen kendisini (Cumhuriyet döneminde yazdıklarıyla!) “bî-taraf” olarak gösterme gayreti içinde olan M. Zekâi de Düzce'ye kaçmaya karar verir. Düzce'yi güvenli, Hilâfet Ayaklanması'nın merkezi, Kuvayı Milliye'nin giremeyeceği bir yer olarak tanımlamaktadır. Nihayet M. Zekâi, dağlık alanlardan, yol iz bulunmayan ormanlardan geçerek, çok zahmetli bir yolculuk ile Düzce'ye vasıl olur. Esas hedefi, en güvenli yer olarak gördüğü İstanbul'a kaçabilmektir. (Halbuki, İstanbul 13 Kasım 1918'de işgal edilmiş, 16 Mart 1920'de ise İtilaf Kuvvetleri, Kara-Hava-Deniz kuvvetleri ile tamamen İstanbul'da kontrolü ele geçirmişlerdir ) BÜYÜK SÜRPRİZ! M. Zekâi Bey, maceralı Düzce'ye kaçış yolculuğu esnasında, kendisi gibi düşünen ve Düzce'ye yönelen, tanıdığı yol arkadaşları ile karşılaşır. Bunların başında; Mutasarrıf Osman Nuri, Bolu Hilâfet Heyeti Temsilcileri, Bolu Kuvayı İnzibatiye, Erkân-ı Harp zabitleri vardır. Bolu'da katlettikleri Kuvayı Milliye zabir ve neferlerinin intikamının alınacağı korkusuyla, İngilizlerin ve padişahın güvenli bölgelerine kaçanları büyük bir sürpriz karşılar. M. Zekâi, bu anı şöyle aktarıyor: “Hendek tarafından Çerkez kıyafetli müthiş bir süvarinin gayet süratle hükümete doğru, çarşı ortasında ilerlediğini gördük. Herkes heyecana tutuldu. Korku istilâ etti. ( ) Düzce'de durmamalı idik. ( ) Düzce Heyeti ile Bolu Heyeti (Hilâfet Heyetleri) nasıl aldandı ise, biz bî-taraf firarîler de (!) öyle aldandık.( ) Gelenler Kuvayı Milliye idi ” Ellerinde Kuvayı Milliye bayrakları ile yıldırım gibi Düzce'ye giren Çerkez Ethem komutasındaki I. Kuvâ-yı Seyyare ve diğer Kuvayı Milliye birlikleri, kısa sürede şehrin kontrolünü ele geçirirler. Bayraklarındaki “kırmızı-yeşil-siyah” renkler, peşinde oldukları davalarını, inançlarını ifade etmektedir. Yeşil renk; “yemyeşi cennet vatanım”, kırmızı; “işgal orduları ve hilâfetçiler tarafından kana boyandı”, siyah kurdela; “vatanımızı kurtarmaya azimliyiz ve matemdeyiz” anlamını taşımaktadır. Hemen suç işleyenlerin, İtilaf kuvvetlerine muhbirlik yapanların, Kuvayı Milliye zabit ve neferlerini katledenlerin soruşturmaları yapılır, listeleri hazırlanır. Kuvayı Seyyare Savaş Mahkemesi işlemeye başlar. Düzce Tutukevi'ne atılan zanlılardan, idamlıklar zindan bölümüne kapatılır. 28 Mayıs 1920'de, Düzce ve Bolu Hilâfet Ayaklanmalarını örgütleyen, silahlarını temin eden İstanbul Hükümeti'nin görevlisi Erkân-ı Harp heyeti üyelerinden; Binbaşı Hayri, Yüzbaşı Ali Cerrah, İbrahim Ethem vb. idam edilir. 29 Mayıs 1920'de Bolu Hilâfet Heyeti Üyeleri'nden; Abdulvehhap, Çerkez Ahmet, İvranyalızade Hacı Emin, Hacı Hamdi, Çubukluzâde Sabri, Mengenli Nuri vb idam edilir. M. ZEKÂİ'NİN MEVKÛFİYETİ VE KURTULUŞU M. Zekâi Bey de, Bolulu Hilâfetçiler listesinde yer aldığı için, Düzce Tevkifhanesi'nin zindan (idamlıklar) bölümüne atılır. Zindanda korkulu ve heyecanlı günler geçirir. Kuvayı Seyyare'nin, Savaş Hali Yargıcı, İzmirli Yüzbaşı Ethem, M. Zekâi hakkında; “Onun hakkı ipti ip!” demiştir. Fakat kendi anlatımıyla nasıl ki; “Düzce'ye kaçmakla aldandık!” diyerek şanssızlığından yakınsa da, zindanda şansı yaver gider. Düzce'ye, Bölge Kuvayı Milliye komutanı Refet Bele yetişmiştir. Çerkez Ethem'in cellâdı İbrahim'in infazları hemen durdurulur. Aslında, Düzce Hilâfetçilerinin lideri Berzak Safer Bey, “Bulanık Sözleşmesi” ile Refet Bey'le anlaşmış, Kuvayı Milliye'ye katılmaya karar vermiştir. M. Kemal ve BMM'nin af emrini Kuvayı Seyyare, görmezden gelmiştir. Bilahare, 30 Ağustos 1920'de, BMM, Adapazarı, Düzce Bölgesi'nde Hilâfet Ayaklanmalarına katılanlar için genel af ilan eder. M. Zekâi Bey kurtulmuştur. Bolu'ya, muallimliğe geri döner. 1923'ten sonra Düzce, Yalvaç, Denizli, Uşak, Konya ve İstanbul'da görev yapar. 42 yıllık meslek hayatından sonra emekliye ayrılır. Pek çok insanın, içinde yaşadığı halde görmediği, farkına varamadığı, ayırt edemediği yaşamın gerçekliği ve doğruları, M. Zekâi Konrapa'da olayların bizzat içinde, kendi deyimiyle “kıyısında” yaşadığı halde çıplak gerçeği, realiteyi zamanla görecek ve neticede yine kendi yazdıklarında özetle şöyle diyecektir: -“19 Mayıs 1919: Mustafa Kemal, Türk Milleti'nin kucağına atıldı. -9 Eylül 1922: Gazi Mustafa Kemal Paşa, Büyük Ata, Türk vatanını, alçak düşmanın çizmelerinden kurtarmış bulunuyor. -Müslümanların büyük Allahı, Türk Milletine acıdı, Mustafa Kemal'i yarattı.” M. Zekâi Konrapa [Şehit Nazım Bey'in, Bolu'da kurduğu 4. Tümen'in kasa, iaşe görevlerini üstlenen, Bolu'nun önde gelen Kuvayı Milliye önderlerinden Kepekçizâde Tevfik Efendi ve oğlu Mustafa Efendi'nin şu değerlendirmesi, çok manidardır, “Mehmet Zek M. Zekâi Konrapa, Cumhuriyet denizinde, saltanat kayığı ile gezinti yapmaktadır ”]
Tam adı:
Mehmet Zekai Konrapa
Unvan:
Yazar
Doğum:
Bolu, 13 Ocak 1888
Ölüm:
15 Haziran 1969

Okurlar

2 okur beğendi.
26 okur okudu.
2 okur okuyor.
10 okur okuyacak.
1 okur yarım bıraktı.
Reklam

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Peygamber “Safa” dağına çıktı, Kureyşin bütün kollarını etrafına toplayarak: “Ey Kureyş! ben size şu dağın eteğinde düşman suvarisi var! Hemen size saldıracak, dersem bana inanır mısınız?” deyince hep bir ağızdan: “Evet! inanırız. Şimdiye kadar senin yalan söylediğini duymadık.” dediler. “Öyle ise ben size önünüzde korkunç bir azap gününün bulunduğunu, Allah’a inanmayanların o büyük azaba uğrayacaklarını haber veriyorum; “Ey Kureyş! benim halim, gördüğü düşmanın tehlikesinden korkarak âilesine haber vermeye koşan bir adamın hali gibidir; “Ey Kureyş! uykuya dalar gibi öleceksiniz! Uyanır gibi dirileceksiniz! Allah divanına varınca dünyadaki her hareketinizin hesabını vereceksiniz! İyi işlerinizin mükâfatını, kötülüklerinizin cezasını göreceksiniz! Mükâfat ebedî Cennet, mücazat da daimî Cehennem!” sözleriyle hitabesini bitirdi.
'Din, Allah'ın bir ihsanıdır.'
Fen, dünyaya nasıl gelindiğini anlatır. Fakat niçin gelindiğini bildiremez. Bu dünyaya her gelenin öleceğini bildirir. Fakat nereye gideceğini kestiremez. İşte insanı düşündüren "nereden geliyoruz, nereye gideceğiz?" sualleri "felsefe"nin doğmasına sebep olmuştur. Fen, bir hadisenin yalnız şeklinden; felsefe ise, sebebinden bahseder. Ancak, Felsefenin hududu "akıl"dır. Aklın bulamayacağı mevzular, felsefenin salâhiyeti dışında kalır. O zaman söz dinin olur. Din, Allah'ın bir ihsanıdır.
Sayfa 21 - KitabeviKitabı okudu
Reklam
Ancak, Müslümanlık, yalnız Arapların dini değil;İslam medeniyeti yalnız Arapların medeniyeti değil; İslam tarihi de yalnız Arap tarihi değildir. İslam Tarihi, ortak bir tarihtir.
Müslümanlıkta harb hükümleri (şartları) hakkında Kur’ân’da 70 den fazla âyet bulunmaktadır. İlk zamanlarda Müslümanlar, düşmanlarına karşı kendilerini müdafaa etmek zorunda kalmışlar; fakat düşman tarafından tecavüze uğramadıkça mukabele etmemişlerdi. Hattâ Bedir, Uhud, Hendek Gazâlarında bile hep müdafaa zarureti yüzünden savaşılmış, bu hal uzun zaman sürmüştür.
Sayfa 148Kitabı okudu
Tavsiyelerim...
∙ NOT: Listeleri, yeni okuduğum kitâplarla güncellemekteyim. Bilginize... ∙ TEMEL DÎNÎ KİTÂPLAR: ∙ 1. (Siyer) a)
Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı
Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı
b)
Bülbülün Kırk Şarkısı
Bülbülün Kırk Şarkısı
c)
Fahr-i Alem Habib-i Hüda Hz. Muhammed Mustafa
Fahr-i Alem Habib-i Hüda Hz. Muhammed Mustafa
ç)

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
Reklam
472 syf.
10/10 puan verdi
·
11 günde okudu
Ders kitabı niteliğinde olması okuma sürenizi uzatabiliyor. Fakat bitirdiğinizde ayrıntılı bilgiye tam tadında ulaştığınızı hissediyorsunuz. Tekrar tekrar okunulası kitaplardan ;)
Peygamberimiz
PeygamberimizM.Zekai Konrapa · Kitabevi Yayınları · 20057 okunma
263 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
24 günde okudu
Salih Suruç hocamın yazmış olduğu Peygamberimizin Hayatı kitabı gibi bu kitap da gayet akıcı bir üslupla yazılmış,sıkılmadan -ne mümkün- okunan bir eser olmuş.
Peygamberimizin Hayatı
Peygamberimizin HayatıM.Zekai Konrapa · Kitabevi Yayınları · 200916 okunma