Bir gün Jedo, Sami'yle bana,
“Zamanı geldi, dedi.
"O insan nehrine karışmanın,
bildiğimiz her şeyi geride bırakmanın zamanı geldi”
O gece yatağa uzanıp ağladım. Çünkü bir daha horozun ötüşünü, kapının gıcırtısını, keçimizin meleyişini duyamayacaktım.
Rüzgarın sesini dinleyerek uzandım. Başka yerlerde ayın nasıl doğduğunu merak ettim.
Sami'yle bahçemizdeki çiçeklere, keçimize ve yuva dediğimiz toprağa veda ettik.
Sonra, yürüdük...
Yürüdük, yürüdük ve yürüdük
Yeniden özgür olabilecekleri, gülebilecekleri, özgürce sevip yaşayabilecekleri bir yer arayan yabancılardan oluşan bir nehir.
Bombaların düşmediği,
insanların bakkala giderken ölmediği bir yer arayan, barışı arayan insanların nehri...
Küçükken—ki çok zaman geçmedi üzerinden erkek kardeşim Sami, arkadaşlarımız ve ben, güneşten kavrulmuş toprakta gülüp oynar, taşların üstünden kumlara zıplardık. Özgürdük kuşlar kadar.
“Jedo, aslında özgür olmadığımızı söylerdi. Şarkılarımızı söyleyip dans edemiyorsak ve kendi dualarımızı okuyamıyorsak, gerçekten özgür sayılır mıydık?”