“Görüntü görüntüyü, ses sesi yer
Aşk dedikleri işte böyle bir yer
Herkes gibi olmak, olmayacak bir şey
Herkes gibi olmak, olmamak gibi bir şey”
Cinas, tezat, tenasüp, benzetme, sihr-i helâl, tekrir... gibi söz sanatlarının dört dizeye sığdırılabilmiş olması ilginçtir. Söz ve anlam sanatlarının bu yoğunluğu lirik anlatımın öne çıktığının birbaşka göstergesidir... Şiirler serisinin üçüncü kitabı olan Körfez/Şahdamar/ Sesler, imge yoğunluğu ve lirik ifade bakımından diğerlerine göre daha öne çıkmış görünür. Bence Sezai Karakoç'un en güzel, en başarılı şiirlerinin yer aldığı bu kitabı oluşturan hemen her şiir bir imge patlamasıdır...
(Monna Rosa şiiri |, sağlam bir imge temeli üzerine bina edilmiş sırça köşkler gibidir. Bu sırça köşkün kapıları ve pencereleri daima yarı aralıklar, hiçbir zaman sonuna kadar açılmaz... Monna Rosa lirik anlatımın doruğa ulaştığı bir şiir-kitaptır. Yaşantı şiirinin ilginç örneklerinden biridir bu şiir. Şairin imge yaratma yeteneği bu şiirden aldığı güçle sonraki şiirlerine taşınmış, şiire derinlik sağlayan imge yoğunluğu giderek daha disipline bir şekilde yansımıştır. Monna Rosa da doğa görüntüleri yaşantıya dayanan izlenimlerle birleşmiş, bunun sonucunda da duyguların lirik ifadesi bu şiiri ortaya çıkarmıştır.
Baki Asiltürk, Lwdingirra Dergisi (Özel Sayı), Sayı: 9, Bahar 1999,
Her sabah şair sabah yıldızına içini dökmekte üzüntülerini paylaşmaktadır. Bunun belki de en başlıca sebebini bize şiir söylemekte: “Bütün dünya mahküm, bizim kolumuz ve kanadımız, her yanımız zincirle bağlı olmasına rağınen, yalnız sabah yıldızı özgürdür.” Dünyadakiler mahkümdur kimi mazlumların hayatını kararttıkları ve kimi de karanlıklarla mücadele etmedikleri için. O ise özgürdür, ışıklarını saçabildiği, insanlara şafağı haber verdiği yani kendisine verilen görevi sadakatle yerine getirdiği için.
...
Yine de suç benimdir, onların değil benim
Karanlıkları delen bir ışık olamadım
Akıtamadım ayağına gönlümün pınarını
Senin gönül kentine bal ve sütten bir nehir
...
Bir Bunalım Çağında Toplum Fesefeleri isimli eserinin girişinde Sorokin'in düşüncelerine kulak verecek olursak:
“Normal zamanlarda bile, en azından birkaç düşünür ya da bilgin, insanın kaderi —belirli bir toplumun nereden gelip nereye gittiği, nasılı ve niçini- üstüne kafa yorar. Ciddi bunalım anlarında ise, bu sorunlar birdenbire, teorik
Diriliş külliyatı, düşünce yapımızı inşa eden kavramları esas anlamına ve özüne irca ederek tüm varlığa, yaratılmış olan her şeye dikkat ve duyarlık sahibi olma yolları; insana varoluşunu geliştirebileceği bakış açıları sunmakta; insanı üstün bir bilinç sahibi olmaya çağırmaktadır:
“Avcı tüfeğini yöneltmiş avcı vurma bu kuşu
Bu rengi bozma bu düzeni değiştirme
Bu altın tüyler kan görmesin
Seni evde beklerken çocuklar
Onun da yuvasında bekleyen yavruları var
Tüfeğini yere çevir
Bu ölüme ancak yer dayanır
Bu ölümü ancak yer kabul eder
Bu ses göklere uygun ve ayarlı
Üstünde kuş uçmayan ağaçları düşün
Biliyoruz ki, Allah'tan başka her şey ve herkes, gelip geçecektir. Şeftali çiçeği renkli baharlardan, bal renkli yazlardan sonra, bir gün yapraklar sararacak ve dökürlecek ve sonbahar rüzgârları esecektir. Fakat, bütün bu mevsimler geçtikten sonra, sonraki baharlar ve yazlar için gerekli tohumlar, toprağa düşmüş olacaktır. Baki olan Allah, ve baki kalan, O'na doğru yol almakur” ,
(Diriliş'in Beşinci Dönem çıkışı için yazılan “Yeniden Çıkış” yazısından: Diriliş dergisi, Ekim 1979, Sayı: 61, Sayfa: 7)