Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Neşet Eren

Neşet ErenÇin Mutfağından Seçmeler yazarı
Yazar
0.0/10
0 Kişi
0
Okunma
0
Beğeni
725
Görüntülenme

Hakkında

İstanbul’un en eski tekkelerinden birinde, Rumelihisarı’ndaki Nâfi Baba Tekkesi’nde 1915’te bir kız çocuğu dünyaya geldi. O tarihte yaşı hayli ilerlemiş olan Abdünnâfi Efendi, mahallelinin tanıdığı ismiyle Mahmud Cevat Baba, kendisi gibi çekik gözlü bu bebeğin kulağına ismini fısıldadı: “Adın Neşet olsun, isminle yaşa...” Rumeli hisarı’nın yamacındaki bu tekke, İstanbul’un fethinde civarda şehit düşen Türk askerlerinin defnedildiği şehitliğin yanına inşa edilmişti. Bu yüzden ‘Şehitlik Dergâhı’ adıyla da biliniyordu. Tekkenin ilk şeyhi Bedreddin Baba’ydı. Yeniçerilerin çok rağbet ettiği bir tekkeydi burası. Doğal olarak II. Mahmud devrinde yeniçerilik ortadan kaldırıldığında burası da resmen kapandı. Ama yok olmadı; usullerine gizliden gizliye devam etti. 1813’te posta geçen Mahmud Baba, 1826’da yeniçeri ocağı kaldırıldığı sırada gittiği sürgünden ancak 1832’de, Bektaşi aleyhtarı hava biraz yumuşayınca dönebildi. Yine tekke binasında yaşamaya ve ziraatle uğraşmaya başladı. Bu döneme dair aile arasında anlatılan bir anekdot var: Bir gün Bebek’e doğru gezintiye çıkan II. Mahmud, atıyla Hisar sırtlarında dolaşırken Mahmud Baba’ya rastlar. Tekkenin tenhalığı dikkatini çeker. Dervişleri kastederek babaya “Erenler, canlar nerede?” diye sorar. Nüktedan Mahmud Baba cevabı yapıştırır: “Sizi görende can mı kalır hünkârım?..” Bu cevap padişahın hoşuna gider ve Mahmud Baba’ya tekrar Bektaşi tacı giyme izni verir. Bunun üzerine Mahmud Baba da hemen fesini atarak altında gizlediği tâc-ı şerifi meydana çıkarır... Ailede anlatılan bu hikaye, doğru olmasa bile, Bektaşilerin 1826’da yaşadığı travma karşısındaki tepkisini özetleyen iyi bir örnektir. Mahmud Baba’nın oğlu Abdünnâfi Efendi, babasının 1861’deki ölümünden sonra yirmili yaşlarındayken posta geçti ve 1912’de ölene kadar 51 sene şeyhlik makamında bulundu. Nüktedan bir zat olan Nâfi Baba komik hikâyeleriyle meşhurdu; Hisar’da, Bebek’te eskilerin dilinde bugün bile dolaşan pek çok öykünün baş kahramanıydı. İşte bir “Nafi Baba fıkrası”: Bir Kurban Bayramı arifesinde Bebek’te, Kayalar Mevkii’ndeki salaş kahvede oturanlar Nâfi Baba’yı koltuğunun altında kocaman bir palamutla zar zor yürürken görür, efendi babayla şakalaşmaya karar verirler. Aralarından biri seslenir: -Efendi baba, hayrola bu sene kurban niyetine palamut mu keseceksin? Nâfi Baba nüktedan adamdır, cevabı yapıştırıverir: -Elbet ya? Siz kurbanlıklarınızla Sırat’ı geçmeye çabalarken ben canlarımla deryâ-yı nârdan (ateş denizi) bunun sırtına binip geçeceğim... Babadan oğula geçen post Nâfi Baba’nın oğlu Mahmud Cevad Baba kısa bir süre şeyhlik yaptı. Ancak onun ünü şeyhliğinden değil, dönemin üniversitesi Darulfünun’da İngiliz dili ve edebiyatı profesörü olmasından ve ilk Türk eğitim tarihi kitabını yazmasından geliyordu. Robert Kolej’den mezun olduktan sonra okulda ders veren Mahmud Cevad Baba 22 Nisan 1921’de vefat edince posta bu defa oğlu Nüzhet Baba geçti. O son şeyhti. Çünkü ertesi yıl yürürlüğe giren kanundan sonra, diğer tekkelerle birlikte Nafi Baba Dergâhı da kapandı. Neşet Hanım’ın babası Nüzhet Abbas Baba, kayıtlara göre beş evlilik yapmış, her evliliğinden de bir kızı olmuştu. Koyu bir Galatasaray taraftarıydı. T akımının filesini iki yıl beklemiş, hakemlik, federasyonda idarecilik yapmıştı. Aile, Soyadı Kanunu’ndan sonra “Baba” soyadını aldı. Bu arada aile tekkeye ait binalarda yaşamaya devam etti. Nüzhet Abbas Baba, Ankara Radyosu’nda başmütercim olarak çalışsa da zaman zaman ayinleri idare ediyordu. 1930’larda, tekkede devamlı yaşayan Mahmud Cevad Baba’nın diğer oğlu Cafer Bey’di. Cafer Bey öldükten sonra yine aileden biri, Ali Naci Dengiz tekkeye yerleşti, geniş araziyi çiftlik olarak işletmeye başladı. Neşet Hanım’ın anlattığına göre, 1943’te artık harap haldeki tekke binasını yıkıcıya vererek kalan son izleri de yokeden, ailenin diğer bir kolundan gelen ve Robert Kolej’in ilk Türk müdürü olan Hüseyin Pektaş’tı. Aile, dede yadigârı bu son hatıraları yokeden Pektaş’a o gün gücendi ve bir daha da görüşmediler. İşin tuhafı, Pektaş’ın ölümünden sonra eşi Mihri Pektaş, kocasının kütüphanesinin ve ailesinden kalma evrakın tamamını Robert Kolej’in kütüphanesine armağan etti. Tekke binası artık tarih Tekke binası yıktırıldıktan sonra geniş arazisi de sahipsiz kalmıştı. Zamanla araziyi çevreleyen basit çitler devrildi, tel örgüler kesildi, gecekonducuların işgaline uğradı. Bugün “Rumelihisarüstü Mahallesi” olarak bilinen semt, Nâfi Baba tekkesinin arazisi üzerine yapılmış bu kaçak yapılardan meydana geldi. Neşet Hanım’ın son yıllarda oturduğu apartman, tekkeye ait geniş arazinin en ucunda, yani bugünkü Etiler Çamlık Mahallesi’ndedir. Çocukluğu tekkenin bahçelerinde geçen Neşet, önce Kayalar Mektebi’ne gitti, sonra Arnavutköy Kız Koleji’nden mezun oldu. Tekkeden hatırladığı en eski hatıralar, çiftlikte yetiştirilen meyve ve sebzeler, yapılan buğday hasadı, bir de 1. Dünya Savaşı sonrasındaki yokluk yıllarında akşam yemeklerinden sonra yerde oturup ailenin yaşlı kadınlarıyla çorap yamadıkları geceler... 14-15 yaşlarındayken Robert Kolej ile Arnavutköy Kız Koleji arasında düzenlenen davetlerde uzaktan gördüğü bir delikanlıya gönlünü kaptırdı. Bu gencin isminin Nuri olduğunu birkaç ay sonra Bebek’teki İnşirah Yokuşu’nun başında tanıştığında öğrendi. 1914 doğumlu Nuri, İzmirli bir ailenin oğluydu. Önce İzmir Amerikan Koleji’ne, ardından İstanbul’daki Robert Kolej’e gitmişti. Nuri ve Neşet arasındaki tanışıklık kısa sürede ilerledi. Ne var ki nişanlılıkları biraz uzun sürdü. Nuri Bey koleji bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nden mezun oldu, askere gidip döndü ve Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladı. Bunda Neşet Hanım’ın koleji bitirmesini istemesinin de payı vardı. Neşet Hanım mezun olduktan sonra 30 Temmuz 1939’da evlenip Ankara’ya taşındılar. Nuri Eren 1941’den 1943’e kadar dönemin başbakanı Şükrü Saracoğlu’nun dış ticaret danışmanlığını yaptı. Eren çifti, Nuri Bey 1943-1945 arasında da başbakanlık özel temsilcisi olduğu için ABD’de bulundu, 1945’te aynı görevle bu defa Londra’ya gönderildi. Savaştan yeni çıkmış İngiltere o yıllarda yokluklarla boğuşuyordu. Karneyle, haftada bir tek yumurta verilmekteydi. Portakal bulunursa, kişi başı ancak bir tane alınıyordu. Bülent Ecevit’le tanışma Neşet Hanım bu dönemde henüz öğrenci olan Bülent isminde mahcup bir gençle tanıştı. Sonraki yıllarda başbakanlığa kadar yükselecek olan bu genç, Bülent Ecevit’ten başkası değildi. Nuri Bey, Ecevit’i yanına alıyor, bir süre birlikte çalışıyorlar. 1949’dan 1958’e kadar ise bu defa haberler bürosu müdürlüğüne getirildi. 1958 yılı Eren çifti için yeni bir başlangıç oldu. 13 yıl kaldıkları ABD’de gerek kendi konutlarında, gerekse Birleşmiş Milletler binasının salonlarında çok sayıda sergi açmışlardı. Bunlar arasında, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eserlerinin ABD’de ilk defa tanıtıldığı sergiyle Karagöz sergisi hayli yankı uyandırdı. Neşet Hanım bu sırada pek mahir olduğu mutfakla ilgili arka arkaya yemek kitapları yazdı. Kitapların kısa sürede tükenmesinde, Eren çiftinin elçilik konutunda sıkça verdikleri davetlerin ve Neşet Hanım’ın şöhreti kulaktan kulağa yayılan yemeklerinin de etkisi vardır... Ankara’dan gelen yeni bir emirle Nuri Bey ile Neşet Hanım’a bu defa Pekin yolu gözüktü; zira Nuri Bey, Türkiye’nin Çin Halk Cumhuriyeti Büyükelçisi olmuştu. Orada üç yıla yakın kaldılar. Neşet Hanım porselen, kumaş ve ahşap atölyelerini dolaşıp eski sanatları yaşatan ustaları fotoğrafladı, beğendiği eserleri satın alarak kısa sürede zengin bir koleksiyon meydana getirdi. 1972-1975 arasında üstlendiği bu görev sona erdikten sonra Nuri Eren’in Çin ile bağı kopmadı. Türkiye ’ye döndükten sonra Türk-Çin Dostluk Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Şimdi huzurevinde... Nuri Bey ile Neşet Hanım’ın 62 yıl süren evliliklerinden çocukları olmamıştı. Nuri Eren’in 2001’de vefatından sonra Neşet Hanım yalnız kaldı. Eşinin zengin kütüphanesini Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışladı. Neşet Eren, kütüphane bağışından dört yıl sonra 5 milyon doların üzerindeki malvarlığını ve 2 milyon dolara yakın nakit servetinin tamamını gençlerin yetiştirilmesi ve dedelerinin yaşadığı Nâfi Baba Dergâhı’nın restore edilebilmesi için Boğaziçi Üniversitesi Vakfı’na bağışladı. Bugün Beşiktaş’ta bir huzurevinde kalan Neşet Hanım, bir asra yaklaşan ömrü boyunca devşirdiği anıların hayaliyle tebessüm ederek yaşıyor. Babaanneden sabun torundan şampuan 2. Dünya Savaşı arifesinde bir girişimcinin kurduğu zeytinyağlı sabun atölyesi 70 yılı geride bıraktı. Bugün üçüncü kuşak işin başında ve o zamanların küçük atölyesi artık büyük bir firma. Bu, sadece bir ailenin değil, değişen Türkiye’nin de hikayesi... Size anlatmak istediğim hikaye, hem üç kuşak kadının hem de Türkiye’nin tarihi. 70 yılda büyüyüp serpilen Türkiye’nin... Yıl 1941... Türkiye’nin tarım dışında hemen hiç bir şey üretmediği yıllar... Ülkemizin sınırları dışında bütün şiddetiyle süren 2. Dünya Savaşı, savaş dışında kalan Türkiye’nin de canına okuyor. Kapalı ekonomi: Ürettiklerini yiyor, diktiklerini giyiyorlar. Hamdi Dalan (eski Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan ile ilgisi yok) İzmir’de küçük bir atölyede zeytinyağlı sabun üretmeye başlıyor. Sabun, geceden yayılıyor kalıplara. Sabaha karşı erkenden, daha yumuşakken damgalamak lazım. Oysa atölye çok soğuk. Soba ısıtmaya yetmiyor. İşçiler bu koşullarda çalışmıyor. Hamdi Bey ile karısı Neriman Hanım, çocukları yatakta bırakıp ‘tokmak’ tabir edilen tahtayla damga vuruyorlar sabunlara, tek tek. Oğlu Akın Dalan ise 1976 yılında Dalan Kimya’yı kurduğunda yaptığı büyük atılımla, babasına bir kuşak değil, bir asır fark atmış. Bu hikayeyi anlatırken gözleri yaşarıyor. Üçüncü kuşak, torun Zeynep Dalan ise bütün eğitimini yurt dışında tamamlamış: Kimya mühendisliği, işletmecilik master’ı... Chanel tayyörüyle firmanın 70. yılını kutlamak için mikrofonu eline aldığında gözyaşlarını tutamıyor, “Ah bugünü keşke dedem de görseydi” diye sabahın alacakaranlığında sabunları tokmaklayan Hamdi Bey’i anıyor. Diyorum ya; üç kuşağın hikayesi, aslında Türkiye’nin hikayesi. 70 yıllık başarı Bugün pek çok aile şirketinin başında 3. kuşak çocuklar var. Hepsi işlerine yönelik parlak eğitimleri, kararlı, disiplinli çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Dalan Kimya, tek tek sabunları tokmakladıkları günden bugüne 500 ürünle 100’den fazla ülkeye ihracat yapan bir firma haline gelmiş! Dünya devlerinin cirit attığı kozmetik dalında, global pazarlarda, acımasız rekabet koşullarında, Türkiye’nin en çok tüketilen 3. ürünü olmuş. Karşımızdaki stantta yeni markaları Dalan d’Olive’in çeşitli ürünleri duruyor. Tatlı bir sonbahar akşamı, İzmir’in gözdesi Alaçatı’da, zeytin yeşilinin hakim olduğu dekor ve zeytin dallarının süslediği masalarda, 70 yıllık başarıyı kutluyoruz. Dalan d’Olive’in yeni formüllü şampuan ve kremi, yıpranmış saçı onarıyor, vücut kremi ve yağları da nemlendiriyor. Hayat Türkiye İrlanda arasında geçiyor Zeynep Dalan belli ki bu iş için yetiştirilmiş. Tokmak elinde, bu kez damgayı sabunun göbeğine göbeğine değil, şirketin beynine vuruyor! Ne ki kızı kaptırmışız. Eğitimini yaptığı İrlanda’da bir delikanlıya vurulmuş. Evlenmiş, orada kalmış. Şimdilerde gidiyor, geliyor, gidiyor, geliyor... Demem odur ki kızımızda bu iş hırsı ve azim varken İrlandalı damat, pek yakında iç güveyi olarak gelir, İzmir’e yerleşir, kızımız da işinin başında oturur. Neriman Hanım’dan Zeynep’e; kadınlar işin başına geçiyor, hem de pek güzel beceriyor.
Unvan:
Türk Yazar
Doğum:
İstanbul, 1915

Okurlar

1 okur okuyacak.
Reklam

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Henüz kayıt yok
Reklam
Henüz kayıt yok

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
Henüz kayıt yok