Besmelesiz adım atmayan bu genç subay, " Ya Rabbi! Bana, vatanıma, milletime ve dinime iyi hizmetler etmeyi nasip eyle." diye sürekli dua ediyor; korku tanımıyordu.
Dışarıda ihtiyar bir redif askerinin (askerliğini yapıp ihtiyata geçtikten sonra tekrar askere çağrılan) siluetini gördüm. Nöbet tutuyordu ve soluk ay ışığıyla aydınlanan esmerleşmiş yüzünde hüzünlü ve ağırbaşlı bir hava vardı. Hiç kıpırdamıyordu. Çok uzakları, buradan çok uzakları, belki de sevdiklerini düşünüyordu. Ona uzun uzun baktığım için, ruhunu okuduğumu hissetti. Sallandı, sonra ağır ağır yürüdü; adımlarının zayıf sesi birbiri ardınca kayboldu. Derken, birden bir sessizlik çöktü.
Bu dünyada tek başıma olduğumu hissettim. İşte subaylar çadırından gelen bir kahka sesi; diğer yanda alkışlar, derken sessizlikten yükselen boğuk ve derin bir melodi. Karadeniz kıyısındaki Rizeli askerlerin şarkısının bir kaç mısrası geliyor kulaklarıma. Ve sonra askerleri yatsı namazına çağıran müezzin sesi... Ah, bazen insan nasıl da bütün kalbiyle dua edebiliyor!...
Eğer insanlık dünyası bizlerin erkek, kadın vatanımızı savunmak için nasıl çalıştığımızı anlasaydı, belki bize yardım ederlerdi... Ah, boş bir ümit bu. Artık dünyadan insanlık adına hiçbir şey beklemiyoruz; tek başımıza çalışacağız ve Allah'a inanıyoruz.
Hayatı olduğu gibi kabullenmek gerekir. Ama, ben deliyim; her şeyi değiştirmek, hayata hatta tabiata başka yol çizmek istiyorum. Sonra bir ruhun çizgisini bile değiştiremeyeceğimi gördüğümde, tamamen çaresiz kalıyorum.