Birden bir sevinç çığlığı attım. Önümdeki bir çukurun içinde, turfandacı yiğit bir badem ağacı çiçek açmıştı; bütün ağaçların önünde gidiyor ve ilkbaharı ilan ediyordu. Hafifledim. Bunu istiyordum. Hafif biberimsi kokuyu derin derin içime çektim...
"İnsan bu demektir," diye düşünüyordum. Acı duyduğu zaman, gerçek iri gözyaşları döken, sevinirken de sevincini, ince, metafizik eleklerden geçirerek onu boşuna harcamayan, sıcakkanlı ve sağlam kemikli insan!
Konuşmuyordum artık. Gerekince, insanın, ''Evet!'' deyip kaçınılmaz olanı, kendi özgür iradesine çevirmesi... Sanırım, kurtuluşun biricik insanca yolu budur. Bunu biliyor, bu yüzden de konuşmuyordum.
“Saçma ha? Ayıp! İnsan ne zaman insan olacak be? Pantolonlar, kolalı yakalar, şapkalar giyiyoruz, ama hâlâ katırız, kurduz, tilkiyiz, domuzuz. Bizde Tanrı’nın sureti varmış! Kimde? Bizde mi? Tüh suratımıza!”