Eskiden deneme türünde yazmak kolayıma gelir, bir şeyler karalardım. Ama şimdi biliyorum ki, bu tür öyle göründüğü gibi, ben yazdım, oldu denilecek bir şey değil. Artık haddimi biliyorum diyebilirim. Bundan neden bahsettin derseniz, sizi aşağıya alayım.
@ithakiturkce kitaplarından yeni çıkanları gördüğümde Ömer Erdem ismi bana hiç yabancı gelmedi. Nereden hatırlıyorum diye düşündüm bir müddet. Sonra farkettim ki uzun bir süredir pek girmediğim Twitterda takip ettiğim isimlerden. "Hafıza-i beşer nisyanla malüldür" evet ama benimki daha ziyade mevta. Kim bilir hangi dizelerinin cezbesine kapılıp takip etmişim şairi. Gerçi bu sefer deneme türünde karşıma çıktı sayın Erdem. Şair gibi
"Pencere,
en iyisi pencere" diyerek başladım kitaba.
Ömer Erdem'in şair olduğunu bilmeseniz bile yazdığı dizelerden,"kesin şiir de yazıyor olmalı" çıkarımını yapacağınız satırlar bekliyor sizi kitapta.
"Sanki tanelerin değil de elleri tozpembesi inen meleklerdir şehire. Ve hızla onu kucaklıyorlar, sarıp sarmalayıp ninnilere boğuyorlar. O yüzden olacak ilkin sesler değişiyor burada. O kuru barbar homurtu birden susuyor, sükûtun çiçekleri içinde bir başka gümüş zaman doğuyor. Sırf bunu duymak için bile sen, kar, ey kar, sevgili kar."
Yazarın dediği gibi,"yazı eşsiz bir oluş hikayesi" ama bu illa olağanüstü şeylerden bahsettiği için değil. Yazarlardan, edebiyattan, doğadan, üzümden, zeytinden hatta pırasadan bahseder bize. İlk defa duymuş gibi, ilk defa görüyor gibi…
Aslında şöyle der sanki, "yaşadığımız her an muhteşemdir ama biz çoğu zaman bakmasını bilmiyoruz."
Muhabbetle…