Ölüme değil, ölenlerle bir daha yaşanmayacaklara üzülüyorduk. Sevdiklerimiz olduğunda ve ailemiz, günün büyük bir bölümünü beraber geçirdiğimiz ailemiz, birbirimize kenetlenerek hayat sa- vaşını idame ettirdiğimiz ailemizden birisi öldüğünde o değil de biz ölüyoruz; geride kalanlar olarak biz. Şimdi iyi anlıyorum ya, keşke anlamasaydım. Bilginin, hissiyatın bu kadar acı olduğu başka bir örneği yok. Tecrübe en fazla bu kadar acıtabilirdi zaten.
Kitap bir insandır, bir hayat, bir düş, bir gerçek, bir zaman, bir dünya, bir bilgi -engin bir bilgi-, sistem, parça, dolaşım, can yeleği, deniz, yalnızlığa övgü, arkadaş ve adını ne koyarsan koy, bir inanış biçimi, her şeydir.
Bilmeyi elbette isterim, ama bilmek; hissiyatın ya da sevginin bir parçası mıdır? Bilmeden de sevemez mi in- san birini, bir şeyi? Var olduğunu bilmediğin, ama inan- dığın bir şeylerin varlığı seni mutlu etmez mi?