1966-1967 yıllarında Ankara’da gazetecilik yaptığım dönemlerde idi, Atsız’dan “Bozkurtlar’ın Ölümü” ve “Bozkurtlar’ın Dirilişi” kitaplarını Ötüken Yayınevi’nde yayınlamak için izin istemiştik. Atsız Hoca , Türkiye Yayınevi sahibi Tahsin Demiray’a söz verdiğini o; “ Basmıyorum” deyinceye kadar kimseye veremeyeceğini söylemiş. Daha sonra Tahsin Demiray rahmetli olup, yayınevi dağılınca, gelin görüşelim diye Ötüken’e haber göndermiş. Bu arada bizim hakkımızda bir soruşturma yapmış. Bizimkiler beş bin baskı üzerinden şu kadar vereceğiz diye Hocayla konuşup mutabık kalmışlar; dönüp gelmişler.Sonradan yedi bin beşyüz basmaya karar vermiş ve bunu da telefonla Hoca’ya bildirmişler.O cumartesi günü, 7500 baskı üzerinden hesaplanan parayı alıp götürüp Atsız’a vermişler. Tabii Hoca parayı saymamış. Nurhan Diyor ki: ertesi pazartesi günü Ötüken’i açmaya geldiğimde, bir de baktım ki, Atsız Hoca kapıda bekliyor. Telaşla paranın fazla ödendiğini , muhtemelen başka bir yere yapılacak ödemeyle karıştırıldığını , bunun üzüntüsüyle sabaha kadar uyuyamadığını söylemiş.
“ CKMP o zaman Yüksel Caddesi ile Konur Sokağın kesiştiği köşede idi. Orası ahşap, iki katlı bir eski Ankara evi idi; oraya giderdim. Parti yöneticileri ile hemen hemen hiçbir irtibatım olmazdı. Oraya gittiğimde genellikle binayı boş bulurdum. Partide kimse olmazdı. Zaman zaman salonda Türkeş Bey‟i 5-10 tane çocuğu karşısına almış bir şeyler anlatırken bulurdum. Çok canım sıkılırdı. O zamanki aklıma göre, bu çocukları sokakta görsem selam vermem ben. Türkeş, bizim büyük kurtarıcımız, almış bunlara selam veriyor. Türkiye'yi nasıl kurtaracağını anlatıyor… Türkeş‟in o tavrını çok küçümserdim.Ama sonra, o işi anlamaya başladım. Türkeş yıllarca hep aynı şeye devam etti”
Ben ilk zamanlar, hem Dernek’e devam ediyor, hem de Nejdet
Sançar’ı ziyareti aksatmıyordum. Hatta Nejdet Sançar beni, o sırada yeni kurulan ve Genel Başkanı da Atsız olan
Türkçüler Derneği’nin Ankara Şubesine de üye yapmıştı. Benim haberim yoktu. Dernekteki ağabeylerle arasında bir
mesele olmuş. Türk Ocağı’nda karşılaştık. Bana, Derneğe gidip gitmediğimi sordu. Ben de gittiğimi söyledim. ‘Artık
oraya gitmeyeceksin’ dedi. Ben de, ‘Beni oraya götüren sizsiniz, o yüzden gideceğim’ dedim. ‘Ya oraya gideceksin,
ya bana geleceksin’ dedi. Ben de her ikisini yapacağımı söyleyince ‘o zaman bana gelme’ dedi. Üzüldüm, ama
ÜKD’yi (Üniversiteliler Kültür Derneği) tercih ettim. Ötüken Dergisi’nin müteakip sayısında, Türkçüler
Derneği’nden ihraç edildiğimi okudum.” bkz. 60’lılardan Vatan Kurtarma Hikâyeleri, s. 166-167.