“Dilimize git gide yerleşmekte olan "din adamı" sözü artık hemen herkes tarafından yadırganmadan kullanılabilmektedir. Müslümanlar tarafından böyle bir tamlamanın artık yadırganmadan kullanılabilmesi, göründüğünden ve sanıldığından çok daha önemli bir anlamın göstergesi olmalıdır. Bu sözler, Müslümanların farkında olmadan, bir başka kültürün diliyle konuşmaya başladıklarının, kendi terimleri yerine bir başka kültürün terimlerini ikame ettiklerinin göstergesidir.”
Ne var ki, bildiğini yaşamak ve bildiğini "içerden" kavramak büsbütün ayrı bir keyfiyettir. İslâm'ı "dışardan" öğrenerek onu bildiğini sananların İslâma yönelttikleri eleştirilerin temel sakatlığını, değindiğimiz bu noktada aramalıdır.
Bugün yaşayan Müslümanlarda tuhaf biçimde bir Ebu Talib kompleksinin yansıdığına şahid oluyoruz. Ebu Talib kendisi için "atalarının dininden döndü derler" diye kelime-i şehadeti getirmekten kaçınmıştı.
Şimdi bir başka biçimde bazılarımız tıpkı Ebu Talib'in yürüttüğü mülahazalar içinde bulunuyoruz ve adeta onun gibi Resulullah (sav)'a "Sen doğru söylüyorsun, Allah birdir" diyoruz da, iş teslim olmaya gelince, Ebu Talib nasıl atalarının dini “uğruna teslim olmaktan kaçındıysa, biz de sanki atalarımızın diniymiş gibi baktığımız bir takım "ilmî safsatalara" bakarak teslimiyetten kaçınıyoruz.
En azından yaptığımız, bu "ilmi safsatalarla" İslâm'ı telif emeye kalkışmak oluyor. Vaktiyle bizim tiyatro konusunda yapmayı denediğimiz gibi.
Müslüman için daha başka bir anlamı var Asr-Saadet'in: Asr-ı Saadet, geçmişte kalmış bir zaman kesiti değil, fakat bir yaşama tarzıdır.
...
Asr-ı Saadet geçmişe ait olduğu için değil belki daha çok geleceğe gelecekten de çok güne ait yaşanması gereken bir örnek olduğu için anılıyor.