Sandra M. Gilbert

Tavan Arasındaki Deli Kadın yazarı
Yazar
8.0/10
1 Kişi
8
Okunma
2
Beğeni
841
Görüntülenme

En Eski Sandra M. Gilbert Gönderileri

En Eski Sandra M. Gilbert kitaplarını, en eski Sandra M. Gilbert sözleri ve alıntılarını, en eski Sandra M. Gilbert yazarlarını, en eski Sandra M. Gilbert yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Pamuk prenses ve 7 cücelerin feminist yorumu
Elbette, iyi kalpli avcı baba onu krallığın bir köşesindeki ormanda terk ederek hayatını kurtardığında Pamuk Prenses kendi güçsüzlüğünün ayırdına varmıştır. Her ne kadar “iyi” bir kız olduğu için yaşamasına izin verilmiş olsa da, çıldırmış Kraliçenin devamı gelecek olan katliamlarına hem kendi içinde hem de kendi dışında karşı durabilmek için kendi şeytani yöntemini bulmak durumundadır. Bu bağlamda, yedi cüce büyük olasılıkla kızın kendi küçük güçlerini ve bodur benliğini temsil etmektedir. Ne de olsa Bettelheim’m da fark ettiği üzere bu güçlerin küçük bir kızı Kraliçeden korumak adına başarabilecekleri oldukça sınırlıdır. Ancak aynı zamanda, bu güçlerle birlikte sürdürdüğü hayat itaatkâr dişilik eğitiminin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır, çünkü bu güçlere hizmet ederek, özveri, evcimenlik ve hizmet gibi gerekli dersleri almaktadır. Son olarak, Pamuk Prenses’in minik bir evde, ev idaresini ele alan melek konumunda olması öykünün “kadın dünyasına ve kadın işlerine” yaklaşımını ortaya koymaktadır: ev işlerinin alanı içinde en iyi kadının bile cüceleşmekle kalmadığı, aynı zamanda da cücenin hizmetkân haline geldiği küçültülmüş bir krallıktır bu.
Öykünün dönüm noktası, kızın cücelerin uyansma rağmen Kraliçe’nin hediyeleri karşısında baştan çıkma yönünde belirgin bir isteklilik göstermesinden ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de, tüm öykü boyunca Pamuk Prenses’in kişisel çıkarlan doğrultusunda davrandığına dair tek ipucu, kılık değiştirmiş katilin sunduğu bağcık, tarak ve elmaya karşı duyduğu “narsisist” arzuda ortaya çıkar. Bettelheim’ın vurguladığı gibi bu “üvey annenin ayartıcı tekliflerinin Pamuk Prenses’in içinde taşıdığı arzulara ne kadar yakın düştüğünü” göstermektedir. Dahası, daha önceden de belirttiğimiz gibi, bü bir anlamda Pamuk Prenses ve Kraliçenin bir olduklanı da göstermektedir: Kraliçe kendini, kendi içindeki edilgen Pamuk Prenses’ten kurtarmaya çalışırken, Pamuk Prenses de kendi içindeki iddialı Kraliçeyi bastırmaya çalışmaktadır. Şeytana uyma bölümünde her iki kadının da aynı zehirli elmadan birer ısırık alması bu noktayı açığa kavuşturup ortaya çıkarmaktadır.
Reklam
Kısacası, tüm bu kadınların seçim, yol ve yaşamlarının bize söylediği, edebiyatçı kadınların dünya üzerindeki kamusal varlıklarını tanımlarken her vakit, eşit derecede küçültücü seçenekler ile karşı karşıya kaldıklandır. Eğer eserini bütünüyle baskı altında tutmaz ya da takma isimle veya anonim olarak yayımlamazsa, “bir kadın olarak” “sınırlarını” alçakgönüllülükle itiraf etmeli ve kadınlara kendi değersiz yetileri sınırında aynlmış “ikincil derecede önemli” konulara yoğunlaşmalıdır. İkinci olasılığın başarısızlığı kabul etmek anlamına geldiğini düşünüyorsa, bu durumda isyan edebilir ve kaçınılmaz görünen aforozla karşı karşıya kalır. Böylece Virginia Woolf’un gözlemlediği üzere, kadın yazar telaş uyandıran güç bir durumun içine hapsolmuştur. “Sadece bir kadın olduğunu” itiraf etmek ile “herhangi bir erkek kadar iyi olduğunu” söyleyip karşı çıkmak arasında bir tercih yapmak zorundadır.
Erkek metinlerinin hapishanesi karşısında bir kurtuluş sunan kalemi ellerine aldıklarında Aurora Leigh ve Mary Elizabeth Coleridge gibi kadınlar, ileride göreceğimiz gibi kendilerini sırası ile melek-kadm ya da canavar-kadın olarak tanımlayarak işe başlamışlardır. Pamuk Prenses ve kötü kalpli Kraliçe gibi, ilk dürtüleri ileride göreceğimiz kimi çelişkiler banndırmaktadır. Ya kendilerini ataerkilliğin cam tabutlannda boğucu korseler içinde hareketsiz bırakıp boğmaya çalışmışlar, ya da aynanın dışında sert ve intihara eğimli tarantellalar yaparak kendilerini yok etme eğilimi göstermişlerdir. Yine de, melek ve canavar imgelerinin sunduğu tüm zorluklara ve tüm kadınlann acısını çektiği verimsizlik ve yazarlık endişelerine rağmen, kadın yazarlar için ‘yazın’ nesiller boyunca mümkün olmuştur. On sekizinci yüzyıl sonuna gelindiğinde -ve burada üzerinde duracağımız en önemli olgu da bu olacaktır- kadınlar sadece yazmakla kalmıyor, aynı zamanda ataerkil imge ve alışkanlıklann sert ve radikal bir biçimde gözden geçirildiği kurgusal dünyalar kuruyorlardı. Ve kendi kendini tasarlayan Anne Finch ve Anne Elliot’tan Emily Bronte ve Emily Dickinson’a kadar birçok kadın, erkekler tarafından yazılmış metinlerin cam tabutundan kalkıp Kraliçenin aynasını çatlatarak çıktıklarında, eski, sessiz ölüm dansını da bir zafer, özgür ifade ve otorite dansına dönüştürmüştür.
Kadmlann, eğer melek gibi davranmıyorlarsa bu durumda canavar olduklanna yönelik bir tehdit altında yaşadığı bir toplumda, kadın olmak güçten düşürücü bir nitelik taşır.
Freud’un Psyche ile Soma arasındaki dinamik bağlantıyla ilgili bilinen araştırmalarını başlattığı histeri, tanımı gereği bir “kadın hastalığı” olarak ortaya atılmıştır. Bunun nedeni adını Yunancada rahim anlamına gelen hyster (on dokuzuncu yüzyılda bu organın duygusal rahatsızlıklanın nedeni olduğuna inanılıyordu) kelimesinden almasından çok, yüzyıl dönümünde Viyana’da bu hastalığın kadınlar arasında ortaya çıkıyor olması ve on dokuzuncu yüzyıl boyunca, diğer birçok bozukluk gibi bu ruhsal bozukluğun da Aristoteles’in kadınlığın kendisini bir sakatlık olarak gören düşüncesini destekler biçimde kadın üreme sisteminden kaynaklandığının düşünülüyor olmasıdır. Gerçekten de fiziksel ve sosyal çevreye uyumsuzluk üzerine ortaya çıkan anoreksi ve agorafobi gibi hastalıklar, hem geçmişte hem de günümüzde çok fazla sayıda kadın üzerinde etki bırakmış ve bırakmaktadır. Anoreksi -iştah kaybı, kendini aç bırakmaknedeniyle zarar görenler genelde ergen kız çocuklandır. Agorafobiden -açık ve kamu alanlannda duyulan korku- mustarip olanlarsa sıklıkla orta yaş ev kadınları ve romatizma hastalandır.
Reklam
86 öğeden 71 ile 80 arasındakiler gösteriliyor.