ne yapsam bilmiyorum...
nereye koysam seni?
saklasam mı cebimde?
bağırsam bağırsam mı aleme
sevdiğim işte bu adam diye?
ne yapsam?
bi diyiver kulağıma!..
"Aslında aynısın. Değişen hiçbir şey yok. Üslubun, kıpırtısızlığın... Aynı ama yaşlanmışsın. Ya da ne demeli bilmiyorum, solmuşsun... Yer üstünde bir fosil gibi... Üstündeki ölü toprağı silksen hayata döneceksin sanki... Ama her geçen gün toprağa daha da giriyor gibisin..."
Bizim hakikate ulaşmamız için inkar diline hakimiyetten önce, gözü fal taşı gibi açık yavrucağızın dilini anlamak gerekiyor! O daha oyuna doyamamışken, 'henüz kimin tarafından atteşlendiği belli olmayan bir patlayıcıyla' yaşama veda eden gözlerin rengini görmek gerekiyor!
Bi tuhaf; evet biliyorum bu ağacı. Evet işte şuradaki pencere, aynı yerinde… Ama kimse yok. Kimsecikler yok, bomboş burası. Kimse kek yemiyor, kimse kahve içmiyor. Kediler miyavlıyor, kediler miyavlıyor, kediler miyavlıyor… Kediler…
Kediymişim,
ölmüşüm…
eşim varmış,
ölmüş…
biz çok sevmişiz,
biz yan yana ölmüşüz…
sonra gelmişim bir şekilde,
kedisiz,
eşsiz,
yalnız…
yoksa o da gelmiş mi?
Yoksa biz arar mıymışız birbirimizi?
Hep soğuk muymuş, hep ayaz mıymış buralar?
Hep dert mi olmuşuz yoksa, derman üflerken
bilmeden birbirimizi arar dururken?
Bazen neşe, mutluluk öyle başıboştur ki onu yakalamanın, yakalasan bile tutmanın pek zor olduğunu hissedersin... Mutlulukla çalkalanırken için, gülerken gözlerin, öfkenin tokadını yersin. Ansızın! Birdenbire!