Deleuze, eserlerinde ve söyleşilerinde sık sık düşüncenin üç damarı olduğunu vurgular: bilim, sanat ve felsefe. Her biri kaosla kendi tarzlarında kapışsa bile birbirinden mutlak bağımsız değillerdir, tam tersine birbirlerine ihtiyaçları vardır. Yaratıcı karşılaşmalar neticesinde kaosla bir sörfçü gibi ilişkiye geçilir. Bu ilişki kaosu durdurmaz, sadece onunla birlikte yolculuk yapılır. Felsefe ile sinema arasındaki ilişkiyi bir ihtiyaç ilişkisi olarak algıladığımızda, her birinin kendi tarzlarında düşünce ürettiğini kavradığımızda film-yapımı felsefenin derdini anlamak daha kolay olacaktır. Sinema bu sayede sadece bir şeyler üzerine düşünen, ya da felsefe mevzuları imajlarla kopyalayan bir sanat olmanın ötesine geçecek, bizzat düşünülmeyen şeyleri imajlarla icat eden, yaratan, kısaca kendi tarzında felsefe yapan bir içeriğe kavuşacaktır.