Serge Latouche

Serge LatoucheDünyanın Batılılaşması yazarı
Yazar
10.0/10
1 Kişi
4
Okunma
1
Beğeni
438
Görüntülenme
Üçüncü Dünya halklarına yitirdikleri kültürel kimliklerinin yerine sunulan şey, anlamsız bir ulusal kimlik ve evrensel bir topluluğa ait olma aldatmacasıdır.
Sayfa 98
Türkçe Basıma Önsöz
Dünyanın Batılılaşması'nın Türkçeye çevrilmesini anlamlı bir olay olarak değerlendiriyorum. Bunun, bir bakıma, eşyanın doğasına uygun olduğu söylenebilir. Türkiye, gerçekten de yaptığım çözümlemede ve kitapla tanımlanan süreçte çok özel bir yer tutuyor. Bu ülke, sömürge durumuna düşmeden, tüm enerjisiyle Batılılaşmaya karar vermiş ve girişmiş çok
Sayfa 10 - Paris, Nisan 1991Kitabı okuyacak
Reklam
İyi ya da kötü hangi güç, varlığın tek boyutluluğunu ve terk edilmiş kültürlerin kalıntıları üstüne davranışların uydurulmasmı zorla kabul ettirebilir? Batı, artık ne coğrafı ne de tarihsel olarak Avrupa'da; artık gezegende konup göçen bir insan kümesinin paylaştığı inançlar bütünü bile değildir; Batı'nın her türlü kişisel özellikten yoksun, ruhsuz ve bundan böyle efendisiz, insanlığı kendi hizmetinde kullanan bir makine olarak görülmesini öneriyoruz. Kendisini durdurmak isteyecek her türlü insan gücünden kurtulmuş olan çılgın makine, gezegeni kökünden koparma işini sürdürüyor. Makine, yerkürenin en ücra köşelerinde bile insanları işledikleri topraklarından sökerek onları kendi pompaladığı, sanayileşme, bürokratikleşme ve sınırsız teknikleşme ile pek de bütünleştirmeden kentleşmiş bölgeler çölüne kaldırıp atıyor. Artık anlamı kalmayan zenginlik, uçsuz bucaksız kentlerin göbeğinde alabildiğine gelişiyor. Kendisini yaratanlarm ruhu bile duymadan, makine, ancak toplumsal dokuyu tahrip ederek farklılaşmayı doğuruyor. Toplum ölçeğindeki bu ayrışma, sözümona toplumsal her türlü modelin somut evrenselleşme koşullarını ciddi şekilde frenliyor. Batılılaşma hareketi korkunç güçlüdür.
Batılılaşma, Üçüncü Dünya halklarını kendi kültürlerinden kopararak onları entellektüel kültürden de yoksun kitlelere dönüştürmektedir. Kendi kültürlerine yabancı, edilgen tüketiciler için bu kültür bir mizansendir.
Sayfa 57
Batılılaşma bir bakıma sanayileşmenin kültürel kılıfından başka bir şey değildir, ama Üçüncü Dünya'nın Batılılaşması öncelikle bir kültürsüzleşmedir, bir başka deyişle, yerini ileride çürümeye mahkûm kocaman bir demir yığınının alacağı geleneksel, ekonomik ve düşünsel yapıların düpedüz yıkılmasıdır.
Sayfa 97
Ne var ki Batı'nın ekonomik bir sisteme indirgenmesi de tam anlamıyla tatmin edici değildir. Elbette, Doğu Avrupa ülkeleri ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan sorun kolayca çözülebilir: Reel sosyalizmin, kapitalist sistemlerin ve "Batılı" toplumlann özel bir çeşidinden başka bir şey olmadığını kabul etmek için elimizde bir dizi sağlam kanıt vardır. Kuşkusuz burada kentleşmeyle birlikte sanayileşme ve kitlelerin proleterleşmesi karşımıza çıkmaktadır, ama özellikle dikkati çeken, makine, teknik, bilim ve gelişmeye neredeyse tapınma ve modernliğin doğaya tümüyle egemen olma projesinin yeniden ele alınmasıdır. Sonuçların başarılı olmaması, çalışma ahlakının ve hep büyük başarılar elde etme arayışının kitle iletişim araçları kanalıyla birer saplantı haline getirilmemesinden değildir.
Reklam
Batı'yı insancı, yalınkat bir evrenselcilik ideolojisine indirgemek, doğruca budumkıyımına götüren kültürel bir tekbenciliğin tuzaklarına düşmekten alıkoymayan bir aldatmacadır. Özgürleştirici insan hakları yanını; soyguncu kâr için mücadele yanından ayırt etmek güçtür. Her ikisi de "liberalizm" adı altında bütün çelişkileri barındıran aynı madalyonun tersi ve yüzüdürler. Ticaret özgürlüğü totaliter tehdit karşısında güvence ve umardır. Bu özgürlük, çıkarların uyumluluğuna inanmadıkça, ulusların ne eski, ne de "yeni zenginliğini" yaratabilir.
XVI. yüzyılda denizlerde gösterilen başarıların yerini XVIII. yüzyılda bilimsel başarılar alır. Zenginlikleri ve ruhları ele geçirmenin ardından evrenin ansiklopedik bir envanterini çıkarmak gelecektir. Yolculuk felsefe haline gelir; gözlemleri ve bilgileri üst üste yığmak, her şeyle ilgili her şeyi bilmek söz konusudur. Seferler birbirini izler: Cook, Lapérouse ve onların yolunda gidenler... Siyasal, ekonomik ve stratejik hedefler büsbütün unutulmamıştır. Elbette, her şey tutarlı ve sağlamdır. Doğaya egemen olma bütünlüklü, hatta totaliter bir projedir. Kesin haritalar çıkarmak, doğal kaynakların sayınımı yapmak, yerli halkların gelenek ve göreneklerini saptamak gerekmektedir. Etnografya bulunur ve genel başarıya katkısı olur, Napoléon Mısır seferine çıkarken yanında bir araba dolusu bilgin ve bilimsel araç gereç götürecektir.
Günümüzde yaşamın başlıca boyutlarının evrenselleşmesi, kültürlerin ve tarihlerin kaynaşmasının doğurduğu “doğal" bir süreç değildir. Hâlâ karşı dengeleri, bağımlılıkları, adaletsizlikleri, yıkımı ile egemenlik söz konusudur. Kendinden Batı paramparça olmuşken, bu sürecin tanılanması önemli bir sorundur. Yaşam tarzlarının birörnekleşmesinin , imgelemin standartlaşmasının sorumlusu kimdir?
Keşif yolculukları geleneğinin, Livingstone ve Stanley dahil, Alexandre de Humboldt'tan Charcot'ya kadar, XIX. yüzyılda bir saplantı biçiminde sürdürüldüğünü belirtelim. Yerkürenin bilinmeyen bölgelerinin fethi bir spor haline gelir. Okyanusların derinliklerini araştırmak, “çiğnenmemiş" doruklara ulaşmak, aya küçük bayraklar dikmek söz konusudur. Rekor kırma hevesi, tanıma açlığına ve zafer arayışına karışır. Hiçbir karşılık beklemeden yapılanından en çıkar gözetilerek yapılanına kadar bu keşif saplantısı sadece Batılılara özgü bir şeydir. Evereste tırmanmak hiçbir zaman Tibetlilerin tutkusu olmamıştır. Eski Mısırlıların ya da Çinlilerin tanıma merakı, hiçbir zaman toplu bir yarışa dönüşmemiştir. XX. yüzyılda yapılabilecek keşifler stoku tükenmeye yüz tuttuğundan, rekor kitabında artık yalnızca şaşırtıcı ya da gülünç başarılara yer verilir oldu. Ama eski keşiflerin yinelenmesi inanılmaz bir biçimde kitlesel olarak satılmakta ve turistik gezi ve sportif etkinlik biçiminde programlanmaktadır. Böylece her Batılı, en azından tatillerinde bir dünya fatihi olmuştur.
Resim