Sezai Engin

Sezai EnginHadis Şerh Geleneğinde Haşiye ve Ta'likalar yazarı
Yazar
Editör
0.0/10
0 Kişi
6
Okunma
5
Beğeni
1.163
Görüntülenme
İslâm, gözü bir bilgi kaynağı haline getirmiş, Hz. Peygamber de "nakledilen bir olay, gözle görülen bir olay değerinde değildir. " sözüyle gözle görmenin üstünlüğüne işaret etmiştir. Buradan hareketle klasik dönem fakihleri, "Şahit, öncelikle gördüğü için bilendir" şeklinde bir bakış açısı geliştirmişlerdir. Görmenin bir bilgi kaynağı olarak üstünlüğüne yönelik bu anlayış, Yunanca külliyatın çevrilmesi ile birlikte tip veya astronomi gibi yeni bilimsel disiplinler içinde de gelişme imkânı bulabilmiştir.
İslâm eğitim-öğretim tarihinde terminolojik anlamını tam karşılamasa da ilk rihle uygulamaları Hz. Peygamber dönemine kadar gider. Bu bağlamdaki rıhlelerin, risâlet görevini üstlenen Hz. Muhammed'i (s.a.s) tanımak, Kur'an'ı, İslâm esaslarını ve yeni dinin erkânını öğrenmek amacına yönelik olarak gerçekleştirildiği görülmektedir. Kuşkusuz bu seyahatler, yeni dinî bilgiler edinmenin yanında hadis öğrenilip bunların öğretilmesine zemin hazırlamıştır.
Reklam
"Yola koyulmak; bir şeyin sırtına binmek" anlamlarındaki ra-ha-le kökünden türeyen rihle kelimnesi, bir hadis terimi olarak “hadis öğrenmek (talebül-hadis) ve râvi hakkında bilgi edinmek için seyahate çılkmak" mânasında er-rihle fitalebi'l-hadis şeklinde kullanlır. Bu yolculuğa çıkan kimseye râhil, bu maksatla çok yolculuk yapanlara rahhâle, cevväle, tavvâfül-ekâlîm denir. İslâm kültürü içerisinde, insanın kendiliğinden bilginIik aşamasına ulaşamayacağı; bilginliğin ancak silsile yoluyla elde edilebileceği anlayışı etkili olmuştur. Bu durum Ortaçağ Müslüman âlimlerini silsileye dayanmayan ve icâzet alınmış bilginin meşru olamayacağı anlayışına itmiş ve seyahatin daha önemli bir konum elde etmesine yol açmıştır. Sonuç olarak saygın silsileler içinde kendilerine yer bulmak isteyen bilgin adayları, dönemlerinin en ünlü hocalarının yanına seyahatler yapmıştır.
9. ve 10. yüzyıllar arasında seyahat çemberinin hatırı sayılır ölçüde genişlemesinde, devletin kütüphaneleri yaygınlaşması ve uluslararası bir kitap piyasasının oluşması da etkili olmuştur.Bazı Osmanlı âlimleri de o devrin ilim merkezlerine giderek bilgilerini artırmaya çalışmıştır. Bursa kadısı Mevlanâ Mahmûd, Horasan ve Mâverâünnehir'e, Molla Fenârí de Mısır'a gidip bir süre öğrenim gördükten sonra tekrar Anadolu'ya dönmüştür. Bu seyahatler neticesinde gelişen bir ilim alışverişinin yanında Anadolu'ya bilhassa Şam, Mısır, Maverâünnehir ve Horasan'dan bir kitap akımı da başlamıştır.
.....İslam ilim ve eğitim geleneği içerisinde rihleler, başlangıçta hadis rivâyetlerini derlemek ve elde edilen birtakım rivâyetleri teyit etmek amacıyla başlamıştır. Sonraki dönemlerde farklı hocalardan ders alma, kitap gibi öğrenim amaçli, ümerâ davetine icâbet ederek ziyaret edilen yerlerdeki insanları bilgilendirme, oradaki insanlara hadis rivâyet etme gibi öğretim amaçlı rihleler de söz konusudur. Ayrıca işgal, karışıklık ve sürgün gibi zorunlu haller kapsamında âlimlerin daha güvenli bölgelere göç etmek amacıyla gerçekleştirdiği rihleler de görülebilmektedir. Bu bağlamda amaçları değişse de rıhlelerin, tarihselerin tarilsel seyri çerisinde kişilerin yetkinliğini artırması, ilmî hareketliliğin ve. birikimin aktarılması, ulemâ arasında bilgi alışverişinin gerçekleşmesi vb. hususlarda önemli katkılar sunduğu söylenebilir.
İbn Hacer el-Askalânî'nin hayatı boyunca -Sehâvĩ'nin bildirdiği kapsamda- 39 farklı şehir veya beldeye rıhlelerin olduğu bilinmektedir. Bu rıhlelerin bir kısmını aynı sefer güzergâhı içerisinde ziyaret etmiş, bazısını ise farklı yıllarda ve farklı sayılarda gerçekleştirmiştir. İbn Hacer ilk tahsil yıllarında ağırlıklı olarak fıkıh ve Arap dili ile meşgul iken sonradan hadise ilgi duymuş, 20'li yaşlarda o dönem için nispeten geç sayılacak bir yaşta bu ilimdeki açığını kapatmak için hem kendi şehrindeki birçok âlimden hadis tahsil etmiş, hem de Şam, Misır, Hicaz ve Yemen bölgelerindeki yaklaşık kırk kadar ilim merkezini gezerek rıhlelerini tamamlamıştır.
Reklam
Hasan [el-Basrî] der ki: İmrân b. Husayn, Peygamber (S.A.V.)'in Sünnetinden bahsettiği bir sırada adamın biri "Ey Ebu Nuceyd! bize Kur'an'dan bahset" dedi. İmrân cevaben şöyle dedi: "Sen ve arkadaşların Kur'an'ı okuyor musunuz? Bana namazdan ve namazın içindeki hususlardan ve namazın hükümlerinden bahseder misin? Yine bana altın, deve, sığır ve diğer malların zekatından bahsedebilir misin? Ancak ben bunlara -Sünnette- şahit oldum fakat sen kaybettin." İmrân sonra şöyle dedi: "Allah Rasûlü (S.A.V.) bize zekatta şunlan farz kıldı." Bunun üzerine adam şöyle dedi: "Beni ihya ettin, Allah da seni ihya etsin." Hasan der ki: "O adam, müslümanların fakiherinden biri olarak vefat etti.
Sayfa 420Kitabı okudu
Resim