STAVROS STAVRIDES, mimar, aktivist ve akademisyendir. Atina Ulusal Teknik Üniversitesi’nde doçent olarak görev yapan Stavrides lisans düzeyinde sosyal konut tasarımı, lisansüstü düzeyde ise metropol deneyiminin toplumsal anlamı ve göstergeleri üzerine dersler vermektedir. Kentsel Heterotopya’nın (Türkçesi: Ali Karatay, 2016) yanı sıra Müşterek Mekân: Müşterekler Olarak Şehir de (Türkçesi: Cenk Saraçoğlu, 2018) yayınevimiz tarafından yayınlanmıştır.
Benjamin ısrarla şunu vurgular: “İşinde gerçeklikle boğuşmaya mecbur olan birey, yanılsamaları içinde hayatını sürdürmesini sağlayacak bir eve ihtiyaç duyar” (Benjamin 1999a, s.8).
Demek ki bu kimlikler de toplumsal olarak tanımlanmış mekânsal ve zamansal parantezlerin içinde olduklarından, kapalı, çerçevelenmiş kimliklerdir. Bu çerçevelemede, enstantane fotoğraflarının çerçevelemesini andırır bir şeyler vardır. Ne kadar keyfekeder seçilirse seçilsinler, bu fotoğraflar gösterildikleri anda tesadüfi karakterlerini yitirir ve tanınabilir özgün sahneler olarak belirir. Aile ve tatil albümleri bu tür fotoğraflarla doludur: “Eyfel Kulesi’nin önünde”, “Bebeğimiz yürürken”, “Babamın ilk kez balık tutmayı becermesi”… Modern kentsel kimliklerin, bölümlenmiş kent deneyimini bölümlenmiş kimlikler deneyimine aktaran pratiklere göre mekânsal ve zamansal olarak çerçevelendiği rahatlıkla öne sürülebilir. Gerek hedef grupları bağlamında, gerekse tam anlamıyla reklamlarda olduğu gibi genel kamu bağlamında tanımlanmış belirli kent sakini kategorilerinin kullandığı fakat daima görünüşte kendilerini çevreleyen kentsel dokuyu görmezden gelen tanımlayıcı çerçeveler olarak algılanıp içre edilen çok çeşitli metropol adacıkları söz konusudur. Ne var ki aslında bunların statüleri, kendilerini çevreleyen ortamla ilişkileri üzerinde kuruludur ve bu ilişkiler de somut kontrol noktalarıyla düzenlenir.
“Yüz,” der Agamben, “ortaklığın yegane zemini, yegane mümkün kenttir” (Agamben 2000, s.91). baskın merkezi-Batı uygarlığı miti, yüzü öznelliğin kalesi olarak görür. Bireyselleşmiş yazgıların çoğunluğu aşağılayıcı yenilgilere ve hayal kırıklıklarına götürüp, çok azını ise güç ve servetle kavuşturduğu bir dünyada, yüz, bir vaadin simgesi olarak görünür. Neysenin o olmaki bir reklamın ifade ettiği şekliyle “kendiniz olmak”, “bize çıkar sağlayan şeyi satın alabilmeniz için olmanızı istediğimiz şeyi olmanız” demektir.
Size, “Filcanı taştan oyarlar /İçine bade koyarlar” ve “ağlarsa anam ağlar /gerisi yalan ağlar” gibi bildik tekerlemelerin Kapadokya’da yaşamış Hristiyan Yunanlı vatandaşlarımızın türkülerinden geldiğini söylesem, tepkiniz ne olurdu?
Bu sözlerin kökeninin ”Anatol Türküleri” olduğunu öğrendiğimde oldukça şaşırdığımı itiraf etmeliyim.
Hemen ardından ise aklıma şu düşünce geldi: “Anadolu’da yaşamak ve Anadolu’da kardeşçe çok kültürlü olarak büyük şans!”