Kitabın ilk ismi dikkatimi çekmişti. Gerçekten de yokluğun kitabı. Yokluğa alışmış, yokluk ile yaşayan ve yokluğu sevmek zorunda kalan insanlar kitabın kahramanları.
Kitap başta Sucuk olmak üzere (Evet, Sucuk) bir çok karakter barındırıyor. Fakat olaylar hep birinci tekil şahıs tarafından anlatılıyor. Olayların etrafında şekillendiği belli bir olay örgüsü yok, farklı farklı olaylar günlük tarzında aktarılmış. Olaylar Ankara'da geçiyor. Kendi evinde, kahvede, arkadaşının evinde, mahallede... Yani doğal günlük konuşma dilinde, basit bir uslubu var.
O kadar sıradan bir yaşam ki tam da içimizden birilerini görüyoruz. Kaybolan hayatları görüyoruz. Etrafımızda kitaptaki karakterler gibi olan o kadar insan var ki, belki de kendimiz de o kişilerden biriyizdir. Bir 'HİÇ'. Hayatta hiç bir şey olamamış, hep uzakta, kıyıda köşede kalmış, sevilmemiş, değer görmemiş, bir şeyler başaramamış, sadece nefes almayı yaşamak sanmış insanlar... Zaman öldüren, gelecekten bir beklentisi olmayan, tuttuğu dalı kurutan insanlar. Ya da bu halden kurtulmak için batağa batmış, uy*şturucu işine bulaşmış, mafyaya karışmış kişiler. Hepimiz postmodern köleleriz, hepimiz postmodern hamallarız maalesef...
Kitabı beğendiğimi söyleyemem ama kitaptaki karakterlerin hayatını, sevgisizliğini, acılarını, umutsuzluklarını hissettiğimi söyleyebilirim. Ayrıca kitabın dili insanı içine çekiyor. Bu kitabı okunur kıldı benim için. Kullanılan argo ve küfür içeren kısımları sevemedim. Kitaplarda bu tarz cümleler kullanılmamalı bence. Okumasam da olurmuş dediğim bir kitap oldu.
Keyifli okumalar, kitaplı günler...