Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Süleyman Güder

0.0/10
0 Kişi
2
Okunma
1
Beğeni
488
Görüntülenme

Hakkında

Lisans eğitimini Bilgi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 2008 yılında tamamladı. “A Comparative Analysis of theForeignPolicyPerspectives in Two Latin AmericanStates: Braziland Venezuela in theTwenty-First Century” başlıklı teziyle 2011 yılında Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden yüksek lisans derecesi aldı. Dünya Siyaseti, Latin Amerika Siyaseti, Güncel Ortadoğu Siyaseti ve Sosyal Hareketler ve Siyasi İlahiyat konularında araştırmalar yapan Güder, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölü­münden 2016 yılında “Hıristiyan ve İslami Kurtuluş Teologlarının Öze Dönüş Mücadelesi: Karşılaştırılmalı Bir Analiz” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi olan Güder, 1 Ağustos 2020 itibari ile İlmi Etüdler Derneği Başkanlığını devretmiştir. İngilizce, Arapça ve Portekizce bilen Güder, evli ve üç çocuk babasıdır.

Okurlar

1 okur beğendi.
2 okur okudu.
2 okur okuyacak.
Reklam

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
(...)Zira bu çalışma İslamcılığın, yalnızca Güder'in deyişiyle “İslam'ın modern toplumların meselelerine çözüm üretmede aktif çaba içerisinde olduğunu göstermekle” kalmayacak, aynı zamanda Hz. Peygamberden bu yana her zaman ve mekânda, kendisine ihtiyaç duyulan her zeminde Müslüman toplumların sorunlarına çözüm bulmaya çalışmış olduğunun da tekrar fark edilmesini sağlayacaktır. Bir başka katkısı da İslamcıların tekrar tekrar vurgulamış olduğu bu ilkelerin, diğer dinlerde de zaman zaman yansımasını bulmuş olduğunu göstermesi olacaktır. Dolayısıyla İslamcılığı kurtuluş teolojileri üzerinden okumaktan ziyade kurtuluş teolojilerini İslamcı duruşa yaklaşmaları bakımından okumaktan yanayım. Bu kitap, siz değerli okuyuculara ulaştıktan sonra, bu ve benzeri nice tartışmayı hep beraber yapacağımızı umuyorum. Esere ve müellifine bereketli ve hayırlı bir ömür, sizlere verimli okumalar diliyorum. Alev Erkilet Bakırköy, 2021 Ocak
Reklam
Kimi yazarlar İslami kurtuluş teolojisinin 19. yüzyıl başlarında 20. yüzyılın ortalarına kadar emperyalist devletlerin İslam dünyasına yönelik sömürge uygulamalarına karşı farklı ideolojik ve siyasi mücadelelerin ortaya çıktığını ileri sürmüştür. Kendisine karşı yöneltilen bu tehlikeyi bertaraf etmek için ortaya çıkan “siyasi akım”ın sahip olduğu temel değer ve uygulamaları gözden geçirerek kendine yaşam alanı yaratmıştır.43 20. yüzyılın ikinci yarısında yeniden gündeme gelişi tıpkı Latin Amerika'daki gibi insanların sıkıntı ve zorluk içinde yaşadığı otoriter ve diktatoryal dönemlere denk gelmektedir. Bu yöndeki tartışma, sosyal adalet ve yoksullukla ilgili sorunlar daha ileri bir boyuta taşındığında ise mevzubahis yaklaşım sıkça konuşulmaya başlanmıştır. Sonrasında İslami kurtuluş teolojisi kapsamındaki tartışmalar dinin özüne dönüş, insan özgürlüğünü önemseyen, onu sınırlayan özellikleri vurgulayan ve sosyal adalet konuları etrafında sürmüştür. Bu başlık altında son dönemde çalışma yapan düşünürler Hıristiyan kurtuluş teolojisinden oldukça esinlenmiştir. Bundan dolayı kurtuluş teolojisi tanımlamalarında Hıristiyan kurtuluş teolojisinin baskın bir yönu bulunmaktadir. ---- 43 Bkz, Hamid Dabashi, Islamic Liberation Theology: Resisting The Empire (London: Routledge, 2008), 3.
Din sosyolojisi alandaki çalışmalarıyla bilinen Berger ise daha önce “sekülerleşme” kapsamında yazmış olduğu eserlerinde, modern dünyanın hızla seküler bir hale bürüneceğini, dinin etkisinin azalacağını savunmaktaydı. Dindar insanların çok küçük cemaatlerden ibaret olacağını ve ayakta kalabilmek için bir arada yaşayacaklarını iddia etmişti. Fakar Berger 1970'lerdeki gelişmelerin ardından, dinin toplumsal değişim üzerindeki rolüne dair görüşünü revize etmiştir. Berger, artık modern dünyanın dini hareketleri/yapılanmaları provoke ettiğini, dinin her zamankinden daha güçlü sekülerleşme karşıtı hareketler olarak ortaya çıktığını savunmaya başlamıştır. Bu durumu, eserin girişinde yer alan makalesinde kendisinin de katkıda bulunduğu literatürü “sekülerleşme kuramının yanlışlıkları” (mistakes of secularization theory) olarak adlandırmıştır. Seküler bir dünyada yaşadıımız varsayımının yanlış olduğundan hareketle analizler yapmaya başlamış, bu şekilde önemli itirafta bulunmuştur.”
Takdir edilir ki her çalışmanın yazar açısından bir serencamı vardır. Başlangıç itibarıyla serencamın her zaman akademik kaygılar içermesi gerekmez. Nihayetine bu kaygı ilmi bir üslup ve yöntemle kisve-i tab'a büründükten sonra “makbul” bir çalışma olur zaten. Kurtuluş teolojisi sahasında çalışma yapmak benim önceden belirleyip karar verdiğim bir konu olmadı. İlgilerim, kafamdaki sorular, yaşadığım çelişkiler, metafizik gerilimler ve ıstırabını çektiğim meseleler biraz farkında olarak ama çoğunlukla farkında olmadan kurtuluş teolojisi çalışmaya yöneltti beni. Kurtuluş teolojisi, Brezilya ve Venezuela dış politikaları hakkında yüksek lisans çalışmamı hazırlarken karşılaştığım bir konu oldu. 2008 yılına kadar adını dahi duymamış olduğum kurtuluş teolojisi; dış politika, sosyal hareketler ve sol ilişkisini çözümlerken sıkça karşıma çıktı. İlk etapta İlahiyat disipliniyle ilgili olduğunu düşündüğüm konuya pek ilgi göstermeme rağmen Latin Amerika siyaseti okumalarımda sıklıkla karşıma çıkınca kaçınılmaz olarak konuyu araştırmaya başladım. Meselenin göründüğü gibi olmadığını fark etmem çok vaktimi almadı. Netice olarak, Latin Amerika siyasetine dair çalışma yapan herkesin hangi disiplinden olursa olsun kurtuluş teolojisini mutlaka dikkate alması gerektiği sonucuna vardım.
Sosyoloji biliminin kurucularından ve din sosyolojisine yön veren çalışmalarıyla bilinen Durkheim dini, “kutsala dayanan bir birleşik inanış ve pratikler sistemi” ve “onlara inananları bir tekil ahlaki topluluk olarak birleştiren inanış ve pratikler” olarak tanımlar. Modern dönem sosyal kuramcılar arasında din olgusuna en fazla eğilenlerin başında gelen Durkheim, yaşamının son yıllarında bilhassa dinin toplumdaki işlevlerine ve farklı dini ritüellere yoğunlaşmıştır. Dini, bir toplumsal birleştirici ve yeni düşüncelere kaynaklık eden etken olarak gören Durkheim, onun toplumdaki işlevini ampirik yöntemlere müracaat ederek yorumlamaya çabalamış ve dini doğrudan bilgi teorisi kapsamında degerlendirmiştir. İşlevselci bakış açısının öncü isimlerinden Durkheim'a göre esasında dini önemli kılan da bu özelliktir.
Henüz kayıt yok
Reklam

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
Henüz kayıt yok