Süleyman Seyfi Öğün

Süleyman Seyfi ÖğünPolitikbilim yazarı
Yazar
8.6/10
12 Kişi
44
Okunma
7
Beğeni
1.275
Görüntülenme

Süleyman Seyfi Öğün Sözleri ve Alıntıları

Süleyman Seyfi Öğün sözleri ve alıntılarını, Süleyman Seyfi Öğün kitap alıntılarını, Süleyman Seyfi Öğün en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bu dünyâya insan olarak gelmiyoruz. Şahsi kanaatim odur ki insanlık yaradılışımızda ve hayât serencâmımızda yaşayacaklarımızda, kaderimizde yatıyor. Tecrübeler bunu ortaya çıkarıyor veyâ köreltiyor. Yaradılış ve kader üzerine hemen hemen hiç yorum yapmam. Beni daha çok alâkadar eden tecrübelerdir.
Anatole France’ın Tanrılar Susamışlardı romanında ve A.Camus’nün Başkaldıran İnsan’ında anlatılan da buydu. İnsanlık idealinin normlarını “beyler” belirliyor; vahşi, ilkel, doğulu, Asyalı, Müslüman sıfatlarıyla lânetlediği “uyumsuzları” kolaylıkla gözden çıkarıyor, kurban ediyordu. İnsan yüceydi, ama insanlaşmasını tamamlamış Batılı insanlar, Beyazlar olarak. İnsan evrenseldi, ama Batılı normlardan nasibini almış insanlar olarak.
Reklam
Son maskaralık ise küreselleşmeydi. Düşünce tembeli müstemleke aydınları buna da hemen atladılar. Sınırların kalktığından, kare dünyânın doğduğundan dem vurmaya, teknolojinin dünyânın dertlerine şifâ olacağını yazıp çizmeye başladılar. Hâlbuki sınırları yıkan sermâyeydi. Emek ise yerine mahkûm ediliyordu. Emeği yerelliğine mahkûm eden, sermâyenin ise dünyâda cirit atmasına imkân veren “küresellik” kavramı tam da buydu.
Lâkin hesaplar çarşıya uymadı. Ucuz işgücü olarak gıdım gıdım çeperlerden içeri alınan yeryüzünün lânetlileri kendilerine yol yaptı. İnsan selleri duvarlara inat çeperlerden merkeze doğru akıyor. Bunu durduramıyorlar. Savunma pozisyonuna geçiyorlar. Bu arada bütün makyajları dökülüyor. Artık ne demokrasileri, ne insanlıkları kaldı. Evvela kovdukları daha sonra da egoizmlerine mesnet yaptıkları gûya insanlıkları ellerinde patlıyor.. Kendisine “Batı uygarlığı hakkında ne düşünüyorsunuz” diye soran gazeteciye muzipçe, “İyi fikir olabilirdi” diyen Gandhi ne kadar haklıymış.. Fransa’da başlayıp Avrupa kıt’asına yayılma emâreleri gösteren hâdiseleri bu çerçevede görüyorum. Evet kapitalizm ile fişeklenen modernliğin zârûrî neticelerinden birisidir bu.
Evvel emirde modernliğin neyi devraldığına bakmak gerekir. Katolik inanç bizâtihî olarak âdemoğlunun aşağılanmasına dayanıyordu. Katolikliğe güyâ cevap olan püritanlık ise bunu aşmak bir tarafa, daha da ağırlaştırdı; hattâ çileci (asketik) bir yoruma tâbi tuttu. Machiavelli ve daha sonra Hobbes, yeni bir âdem târif ettiler. Bunun insanlaşmakla bir alâkası yoktu. Tam aksine âdemin zihnini, olduğu kadarıyla bile Tanrı’dan uzaklaştırmaktı yaptıkları. Ünsiyet bağlarını budadılar. Herkesi birbirine şüpheyle baktığı, potansiyel bir aç kurt gibi gördüğü bir hâli kuruluş ilkesi yaptılar. Modern devlet tekmil baskı âletleriyle bunun üzerine oturdu.
Arapça’da âdem, beşer ve insan gibi üç kelime mevcut. Bir ara merâk etmiş, benzer mânâlılar (sinonimler) lûgatına bakarak bunların aralarındaki farkları anlamaya çalışmıştım. Lûgatın bana öğrettiği kadarıyla beşer bunlardan en alt ve maddî mânâyı taşıyor; etimize kemiğimize delâlet ediyormuş. Onun dil ve şuurla donanmış hâline âdem deniyormuş. İnsan ise âdemin daha çok iletişimsel, ilişkisel karşılığıymış. Bunu, insan kelimesinin mûnis(olmak), ünsiyet(yakınlık kurmak) vb kelimelerle müşterekliği düşündürüyor. İnsan kendi kendisine değil, başkalarına karşı mûnis olabilir; tıpkı kendi kendisiyle değil, başkalarıyla ünsiyet kesbeder. Bu sûretle insan kelimesi, bizi bir cins olarak tabiata yakın tutan beşer hâlimizden ayrılarak medenî bir mânâ kazanmamıza da delâlet eder. Yâni bu üçleme içinde, beşeriyet hâlimizden epistemolojimize daha çok işâret eden âdem olmaklılığımıza; oradan da etik-moral varoluş katmanımıza işâret eden insanlığımıza bakmış oluyoruz. “İnsâniyet nâmına”, “insanlıktan çıkmış olmaklık” vb ifâdeler tam da insan olmanın ölçülerine göre zihnimizde kurmuş olduğumuz tartılardan çıkar. Meselâ Hitler bir beşer ve âdemdi ama insanlığından şüphe etmek için sayısız sebep sayabiliriz.
Reklam
Anladık ki aslında, insanın merkeze alınması Beyaz insanın merkeze alınması, diğerlerinin ise asla altından kalkamayacakları ev ödevlerine mahkûm edilerek çeperlere sürülmesiymiş. Bu arada da müstemlekecilik de dünyâyı kuşatmış ve gezegenin artığı çeperlerden merkeze doğru hortumlanıyormuş.
19.Asır ise gelindiğinde tablo sanki değişti. Târih bir burjuva müdahale gördü. Fransız Devrimi sanki insanın yüceltilmesiyle, ona evrensel bir değer kazandırılmasıyla tezâhür etti. Hâlbuki yüceltilen ve derhâl pratik yansımaları beklenen insanlık değil, insanlık idealiydi. Ünsiyeti olmayan bir insan târifiydi bu. İnsanlık insanlaşmak gibi evrimci ve devrimci bir sunaka (altar) konulmuştu.
Sanayileşme
“Sanayileşmek isteyip sanayileşemeyen toplumların, bu yoldaki özlemleri sonuçsuz kaldığı oranda fetiş bir özellik kazanacak ‘aşağılık kompleksleri’ derinleşecek, maddi açıdan zengin ve üretken kapitalist ülkelere ‘bağımlı’ olmaları kaçınılmaz hale gelecektir.
Sayfa 125 - Dergah YayıneviKitabı okudu
Gâliba târihte en fazla gözden çıkarılan neyse en fazla yüceltilen de o oluyor. Herşey âdemoğlunun abartılarıyla, iri kıyım iddialarıyla başlıyor; daha sonra beşer tarafımızın hoyratlıkları devreye giriyor ve yüceltilen, güzellenen ne varsa onları kıymık kıymık buduyor. Kaybeden ise insanlığımız oluyor.
Reklam
Modern dünya kadim dünyanın simyasını bozdu ve şiddetin yeniden-üretimini boşlukta bıraktı. (Modern dünyada barış bir umuttur ama bu umudu hararetli olarak besleyenler arasında bile acaba umudumuz nafile mi? diye iç hesaplaşma yapanların sayısının azımsanmayacak kadar çok olduğunu düşünüyorum). Bunu birkaç düzeyde izlemek mümkün: 1) İlk olarak modernleşme özellikle başta Avrupa gibi küçük bir coğrafyada nüfusları geleneklerinden ayrıştırarak akıl almaz bir temerküze uğrattı. Kadim dünya her zaman bir tenha dünyadır. Modernlik ise tenhalığın sonu ve sonu gelmez ve boğucu kalabalıkların tarihidir. Artık modern bireyler bu kalabalıklar içinde geleneksizleşerek veya gelenekleri örselenmiş olarak yaşamaya mahkum edilecektir. Kalabalık yalnızlaşmanın işlevidir ve kalabalık içinde yaşanan yalnilıkların paradoksu modern edebiyatların en fazla beslendiği kaynaklardan birisi olması da bu yüzdendir. Bu aynı zamanda şu sorunun insan zihinlerinde merkezi bir yeri işgal etmesi demektir: Modern dünyanın kalabalıklarından, yani yolda bana omuz atarak geçen, üst katımda yaşayan, çıkardığı gürültüyle beni uyutmayan, üstelik kim olduğunu bilmediğim sayısız yabancıya karşı beni kim savunacak? Kalabalıkta odaklanan nefretlerin bireysel şiddeti harekete geçirmesi neredeyse kaçınılmazdır. Modern kent azgınlaşmış şiddet kenti olmaya adaydır. Demek ki, ilk olarak hatırda tutulması gereken, modernliğin dayattığı mekanlar şiddeti tetikleyen bir yoğunluğun adresleri olmasıdır.
“Korkut ve sat!” Bugün en büyük, o denli de kolay olan “marketing” başarısı budur. Bu konuda kapitalizmin hesap vereceği hiçbir açık nokta yok. Her şey çok kapalı devre işliyor. Bilgi ya da haberleşme korkunun panzehiri değil; tam tersine benzini gibi iş görüyor. Bu dünyada cehalet neredeyse bir ayrıcalık. Bu dünyayı istediğiniz kadar kirletebilirsiniz, ama steril kılmak için çareler vardır. Su kirlendi, ama filanca marka su her türlü kimyasal tetkikten başarıyla çıktı. Hava kirlendi; alın size öyle bir yerde öyle konutlar yaptık ki, oksijen krizine gireceksiniz. İlaçlar kirlendi; alın size mucizevi şifalı otlardan yapılmış harika ilaçlar. Tohumlar bozuldu, ürünler zehir saçıyor; buyurun size harika organik ürünler. Maddiyat bizi kirletti; buyurun ruh arılanmasını sağlayacak paketlenmiş meditasyon teknikleri. Şehirler kirlendi, buyurun her çeşidinden rustik zevk endüstrilerinin ürünleri... Steril yaşayış fetişizmi bir orta sınıf ruh bozumundan türüyor. Ama piyasa kanunlarına dayalı olarak kitleselleşiyor. Bu kültürel süreç, içerdiği ve çoğunluk son derecede incelmiş bilgilenme ve haber alma süreçlerine rağmen son tahlilde ortaya kesin bir dar görüşlülük manzarası çıkarıyor. Baudrillard bu dar görüşlülüğü “yoğun bakım” metaforuyla açımlıyor. Her şeyin steril kılınmak istendiği bir yerdir orası. Bütün yabancı unsurlardan, mikroplardan, Virüslerden... Ama ne tuhaftır ki en başa gelinmez virüsler de yine orada ürer ve bütün çabaları bir anda ters yüz ediverir. Korkunun yönettiği bir asri kültürde, “tedbirimi alır, takdiri beklerim” diyebilmek ne büyük bir imtiyaz.....
19. yüzyılın görkemli klasik edebiyatı özne yüklüdür. Bunu basit olarak psikolojik roman olarak tasnif etmek haflflik olur. Mesela kapanıp Tolstoy’un “Savaş ve Barış “Romanı’nı okuduktan sonra sokağa çıkmak, yani “romanın dünyasından” çıkıp “gerçeklerin dünyasına” girmek insan zihnine bir aykırılık şoku yaşatmaz. Köşedeki bir kulüpte ya da okuma
Politika ve Politika
Akımın yaygınlaşmasının ve devrimci bir görünüm kazanmasının bir diğer bileşeni olan sömürge aydınları ise bunlar genellikle emperyalist kültür metropollerinde öğrenciydiler devrim denilince daha çok kendi otantiklerine dönüşü anlıyorlardı
Sayfa 46 - ebyKitabı okudu
Amerikan kültürü her şeyden önce derinlik iddiasını tasfiye etti. Baudrillard, “derin sebeplere dayalı düşünmek” geleneğinin nasıl tahrip edildiğini çarpıcı ifadelerle ortaya koyar. Bu bir boyut kaybıdır. Artık önemli olan yüzeydekilerle, ya da görüntülerle hemhal olmaktır. Hatta duragan (stil-life) görüntülerin de kendisi de önemini kaybetmiştir. Avrupa bir perspektivizm inşa etmişti. Resim, fotograf ve sinema, kitabi kültürü önemli ölçüde geriletiyordu. Ama Avrupa’nın fotografik ve sinematografık değerlerinde hala bir derinlik mevcuttu ve izleyicilerine kitapta olduğu kadar olmasa da hayal edilecek bir şeyler bırakıyordu. Amerikan kültürü bu malzemeyi etkin teknolojilerle hızlı bir akışa tabi kıldı. Bu hızla destekli hiper gerçekçilik, görüntülerin aralarında ve arkasında duran bağları berhava etti. Olumsalcılık durumsalcılığı demode kıldı. Alain, “düşünmek için durmak gerekir” diyordu. Yeni hayat tarzı içinde durmayı anlamlı kılacak bir derinlik, ya da bağ hesabı tasfiye görünce, durmanın kendisi can sıkıcı bir hale geldi. Hareket, yer değiştirme ve anlık heyecanları kışkırtan görüntüler zihnimizi tutsak aldı. Mesela “özgürlüğün” bir duruşla elde edilmiş tarafı yok. Nil Karaibrahimgil’in ünlendiğ'i reklam mahsulü “özgür kız”a bakın. Sürekli gidiyordu.
38 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.