Osmanlı İmparatorluğu en sağlam dönemindeydi ve neredeyse her yönde genişlemeye hazır ve muktedirdi; Venedik Cumhuriyeti ise çürüyordu ve yaşlanmıştı, karada ve denizde kırılgandı.
Bayazıd insanlarla ilişkilerinde zayıftı ve II Mehmed’in saltanatında kendi ruhlarını ve etkilerini göstermeye başlamış olan asker ve siviller onun idaresindeki sadaret makamında aşırı güçlendiler. Bayezıd onlar tarafından tahta getirilmişti ve zamanı geldiğinde de onlar tarafından uzaklaştırıldı. O zamanlar şöyle deniliyordu: “ÜLKEYE HÜKMEDEN VE ÜLKENİN EFENDİSİ OLAN ONLARDIR.”
Şehzade Ahmet hazdan hoşlanan bir siyasetçiydi, hoş ve sevimliydi, ama Şişmanlığı yüzünden öne çıkamıyordu; savaşta gösterdiği beceriksizlik de onu yeniçerilerin gözünden düşürmüştü. Ancak bu nitelikler Beyazid’in ve sadaret makamında ki yüksek görevlilerin ona gösterdikleri himaye ve açık tercihi önlemiyordu. Bir şair ve bilim adamı olan Korkud, ilahiyat ve felsefe öyle dalmıştı ki, sadaret makamındaki görevliler ve yeniçeriler onu iktidar için uygunsuz görüyorlardı. Daha sonra “Yavuz” diye anılacak olan Selim, eylemleriyle kurnaz, acımasız, enerjik ve cömert olduğunu gösteriyordu. Yeniçeriler bu nitelikleri yüzünden ve belki Bektaşi tarikatının da üyesi olduğu için onu seviyor ve imparatorluğu genişletip büyütebileceğini ve kendilerine de cömert davranacağını düşünüyorlardı. Bayezid ve vezirler Ahmed’i tercih ediyorlardı, şairler ve ulema Korkud’u destekliyorlardı, askerlerse Selim’i seçmişlerdi.
Selefi, Konstantinopolis fatihiydi; Halefi Suriye’ye, Kutsal toprakları ve Mısır’ı feth etti; onun Halefi de Rodos ve Belgrad’ı alan, Viyana’yı kuşatan “Muhteşem” ya da “Kanuni” Sultan Süleyman da ne ki Beyazıd tarih sayfalarında karanlıkta kaldı.