Metz'e göre sinemasal deneyim, izleyicinin dünyada yalnızca özne olarak varolmakla katlanabildiği eksiklik hissiyle geçici olarak baş edebilmesini sağlar. Bu deneyim ayna evresindeki hazzı büsbütün yineleyerek imgesel bir haz verir.
Nel, Bottom'daki ka saba halkının çoğuyla birlikte, Sulayı tilin keyfi kendisine istifleyen müstehcen bir keyiffigürü olarak görür. Nel ve Sula arkadaştır ama fantazinin dolayımladığı bu hınç ilişkilerini şekillendirir. Sula kasa badaki birçok erkekle seks yapmakla birlikte onları asla arzulamaz. Sekse uyarılmak için değil, ona yalnızlığını ve kimsesizliğini hatır lattığı için yönelir. Başkalarının onu görme biçimine rağmen, keyfi eksiktir. Morrison, Sulanın keyfi aracılığıyla süregelen eksikliği vur gulayarak, başkalarının ona isnat ettiği fantazinin gücünü baltalar.
Arzu mazoşistik bir nitelik barındırır, çünkü onun amacı nesneyi bulmak değil, kendisini daimi kılmaktır. Sonuç itibariyle özneler, bizzat arzu sürecinden zevk alma becerisine sahiptirler. Her ne kadar arzuyu bir nesne harekete geçiriyorsa da, özne nesneye sahip olmaktan çok, aslında o nesnenin elde edilememiş olmasından zevk alır. Arzu başarısıyla (nesneye sahip olması ya da onu kapsamasıyla) değil, başarısızlığı (kendisini nesneye teslim etmesi) aracılığıyla daimi kılınır.
Lacan’ın “Kant ile Sade” makalesinde ortaya koyduğu devrim niteliğindeki sadizm yorumu tam olarak bunu ileri sürer. Bu makalenin okurları çoğunlukla Kantçı ahlak ile Sadeci sapkınlık arasındaki felsefi bağlantıya odaklanır, ama Lacan'ın bu makalede attığı en önemli adım sadizmin cazibesine dair açıklamalarında saklıdır. Geleneksel olarak, çoğu insan sadisti kurbanlarına nesne muamelesi yapmakla itham eder, oysa Lacan'a göre sadistin yaptığı şey kendisini ötekinin keyif nesnesine çevirmektir aslında. Şöyle der Lacan: “Sadist Öteki'nde var olmanın sancısından muaftır, ama bu durumun kendisini “ebedi bir nesne” haline getirdiğinin farkında değildir” Acıyı öteki çekmesine karşın, yegâne keyif figürü de yine odur. Sadistin sadist edimde bulduğu keyif işte bu ötekine atfedilen keyiftir; sadist edimin amacı keyfe neden olmaktır. Bu manada, sadizm baş aşağı edilmiş bir mazoşizm formudur aslında, temel öznellik yapısı korunur.
Öteki bizi hiçbir zaman görülmek istediğimiz şekilde göremeyeceği için arzu duyarız, arzuyu sürdüren Öteki'nin bizi
görmedeki başarısızlığıdır. Lacan'ın ifade ettiği gibi, "Bir bakışı tahrik etmeye çalıştığımda, dipten dibe tatmin edici olmayan ve her zaman kayıp olan şey, benim seni gördüğüm yerden bana hiçbir zaman bakamayacak olmandır." Ancak arzunun doğasında bulunan bu antagonizmayı sahiplenmekten ziyade,onu fantazi içine çekmeye çalışırız, öteki'nin -tanıyan- gözü ile bakışı birbirine denkleştirecek şekilde bir fantazi kurmayı
deneriz. Yeni Dalga'nın başlıca amaçlarından biri, bu fantaziyi çürütmek ve objet petit a olarak bakışın imkansızlığında diretmektir, tıpkı Beşten Yediye Cleo'nun sonunda açıkça görülebileceği gibi...
Bu kitap ırkçılığın psişik rezonansını irdelemeyi amaçlıyor. Bu minvalde, bilinçdışının ırkçılıkta oynadığı rolü ele alacak. Irkçılığın bilinçdışı yanı, yıkıcılığı ya da adaletsizliği değil, ırkçı için keyif üretmesidir. İlk bakışta, ırkçılığın keyifürettiği görüşünü ırkçılık de nince akla gelen habislik ve nefretle bağdaştırmak zor görünür. Irkçılığı düşündüklerinde insanların aklına hemen keyifgelmez. Fakat ırkçılık ile keyifarasındaki bağlantı, keyifsalt hazzın ötesine geçen bir şey, haz ve acı alanını aşan bir aşırılık deneyimi olarak düşünülürse daha anlamlı hale gelir. Irkçının aşırı bir şeyin parçası olduğu, ırkçılığın kendisinin de aşın olduğu açık gibidir. Bu aşırılık ırkçıyı ahlak, rasyonalite ve kişisel çıkarın ötesine taşır.
Kitabı ben eklettirdim ve ilk okumayı da ben gerçekleştirdim, böylece ilk incelemesini de ben yazıyorum.
Ancak kitabın birazcık ileri seviye olduğunu düşünerek okudum. Ilgimi çeken bir konuydu ve yazar da şahane yazmış. Lakin, dediğim gibi sanki bu konularda okunacak temel birkaç eserden sonra okunması gereken bir kitapmış.
Bu kitap, siyasi düşünce ve eylemi yeniden düşünmemize yardımcı olacak yeni bir evrensellik anlayışı geliştiriyor. Todd McGowan, eşitlik ve özgürlük gibi evrensellerin bize dayatılmadığını savunuyor. Bunlar, yokluklarına dair ortak deneyimlerimizden ve onlara ulaşmak için verdiğimiz mücadeleden ortaya çıkmaktadır. McGowan, Nazizm ve Stalinizm tarihini yeniden gözden geçiriyor ve ırkçılık, cinsiyetçilik ve homofobiyle mücadele eden hareketlerin evrenselliğini geri kazanıyor. Sağ ve Sol arasındaki ayrımın tikelliğe karşı evrensellikten kaynaklandığını gösteriyor. Solculara yöneltilen kimlik siyaseti suçlamasına rağmen, her özgürleştirici siyasi proje temelde evrenseldir ve kimlik siyasetinin gerçek savunucuları sağ kanattır diyor. Evrensellik ve Kimlik Siyaseti, çağdaş siyaset, film ve tarihten çok çeşitli örneklerle kimlik çıkmazlarına bir panzehir ve yirmi birinci yüzyıl kolektif mücadelesine dair ilham verici bir vizyon sunuyor