Ey faniler!
Ey gafiller!
Hayatını ölmeyecekmiş gibi yaşayan, ölümlüler!
Bu kitap ölümün kitabı. Ne zaman öleceğini bilen bir çaresizin kitabı,çaresizliğin kitabı.
Yaşamın tekdüzeliğine, akışına kapılmış bir şekilde sürüklenip gidiyoruz. Gülüyor, eğleniyoruz; çalışıyor, harcıyoruz... Kendimizi zamanın ilerleyişine kaptırıyoruz. Peki, sonumuzu ne kadar düşünüyoruz? Son nefesimizi nerede ve nasıl vereceğimiz sorusu aklımıza geliyor mu? Bir ölüm görmeden, duymadan önce kendimizle bu hesaplaşmaya girişiyor muyuz?(Yoksa görsek de girişmiyor muyuz?)
Bilmiyoruz ölümün zamanını, şeklini, yerini... Kendi ölümümüzün bu bilgilerini elde etseydik,hayatımızı tam olarak ne kadar yaşayabilirdik?Biz ne kadar biz olabilirdik? Soluduğumuz havadan, içtiğimiz sudan, gördüklerimiz ve duyduklarımızdan... hiçbir tat alamaz, bir nevi zindan hayatı yaşardık, değil mi?
İşte bu kitabın konusu da burada devreye giriyor. Bir idam mahkûmu. Hem zindanda hem de ne zaman öleceğini biliyor. Hapis içinde hapis.Tutsaklık içinde tutsaklık.Ölümünü önceden bilen ve haftalarca can çekişen bir adam.
"Hayal gücüm hep bir şenliğin coşkusu içindeydi; istediğimi düşünebilmekte özgürdüm.
Şimdi tutsağım. Bedenim bir zindanda demirlere bağlı; zihnim korkunç, kanlı, karşı konulmaz bir düşüncenin esiri! Tek düşüncem, tek inancım, tek gerçekliğim var: Ölüm cezası!" (Sayfa 1)