Bir karakter düşünün ki asıl mesleği gençken -ekseriyetle şantiyelerde- icra ettiği kaynakçılık.Halihazırda sakin, sessiz bir kasabada bekçilik yapıyor. Aynı zamanda çok iyi saksafon çalıyor ve bunları fasülye ayıklarken size bir sohbet havasında anlatıyor.Evet, kitap tam bir sohbet havasında geçiyor.Kendinizi tam olarak onun tam karşısında konuşlanmış, önünüzde ayıklanmayı bekleyen fasulyelerle, aynı mekanı paylaşırcasına yazarı dinlerken buluyorsunuz.Geçmişini bu kadar cesurca ve dolaysız anlatabiliyor olması sizde hem hayranlık, hem şaşkınlık, zaman zaman da yaşadıkları karşısında ince bir merhamet duygusu uyandırıyor.Tamamen beklentisiz, ve yazardan bihaber olarak başladığım bu kitap beni sadece edebi anlamda tatmin etmekle kalmadı, yazarın çoğu zaman okuyucunun da görmesini istediği felsefi bakış açısı noktasında da doyurucu oldu.Kitaba başlarken içinizde barındırdığınız o kendinizden emin yargılarınızı, kitabı bitirirken bir kenara bırakıyorsunuz ister istemez. Çünkü yazar sizi buna iten soru işaretleri bırakıyor arkasında. Hem de hiç beklemediginiz yerde.Kendinizden emin olduğunuz her noktada, yazar aynayı sürpriz bir şekilde ‘Acaba?’ ikilemiyle sessizce size çeviriyor.Demem o ki ; Fasülye ayıklama diyip geçmeyin,onun da bir felsefesi var.Ama cesareti olan için.
“Şimdi size bu dünyanın nasıl bir şey olduğunu anlatamayabilirim. Ya da var olup olmadığını. Belki biz var olduğunu hayal ediyoruzdur. Ama siz fasülye almaya geldiğinize göre, sizin için kesinlikle fark etmiyordur zaten...”
Sayfa 225