Egemen ampirizmle kol kola giden materyalizmden kaçıyorsunuz gerçekten de; ama kaçışınızın bedelini yaşamın somut kısımlarıyla bağınızı kopararak ödüyorsunuz.
Dünyanın kurtuluşunun “olası” olduğunu düşünmek, pragmatik bir perspektiften bakıldığında, bu kurtuluşu mümkün kılan koşulların sayısı arttıkça bu olasılığın artması demektir. Dünyanın kurtuluşuna sıkıca inanan iyimserlikle bunun olası olmadığını düşünen kötümserlik arasında arabulucu bir noktada duran ve “dünyanın kurtuluşunu ne kaçınılmaz ne de imkânsız gören” dahaiyicilik (meliorism) pragmatizme en uygun düşen tavırdır. Dahaiyicilik rasyonel bir şekil de ebedi mantıksal ilkelere uygun olarak örgütlenmiş bir evreni yadsıyıp; bir yandan geleceğin ucunun açıklığına, diğer yandan da olasılıkların çokluğuna vurguda bulunup insanı kendi geleceğini şekillendirmeye davet eder. Din ve Tanrı söz konusu olduğunda da pragmatizm bu çokçu yorumu elden bırakmayacaktır.
Pragmatik bakış açısının rasyonalist bakışa göre en büyük farkı doğruluğu aşkın bir nosyon olmaktan çıkarıp, tamamen insani bir öğeye dönüştürmesidir. Doğruluk, tarihsel ve yaşamsal bir “vaka” olup, bir süreç dahilinde insan tarafından adım adım şekillendirilir. “Doğruluk, bir düşüncenin başına gelir. Düşünce doğru olur, olaylar tarafından doğru kılınır.” Daha somut bir düzlemde düşünürsek, doğru düşüncelere sahip olmak, James’in ifadesiyle, “paha biçilemez eylem araçlarına sahip olmak” demektir.
"Düşünceler, deneyimlerimizin diğer parçalarıyla tatminkâr ilişkilere girmemize, onları toparlamamıza ve tikel görüngülerin sonu gelmez peşi sıralıklarını izlemek yerine, deneyimlerimizin parçalarının birinden diğerine kavramsal kestirmeler kullanarak geçmemize yardım ettikleri ölçüde doğru olurlar.” Ancak fikirlerin bizi tatminkâr sonuçlara götürmeleri kendi başlarına “doğru” olmalan için yeterli bir gerekçe değildir; bu fikirlerin aynı anda bizde zaten mevcut olan kemikleşmiş “doğru stokumuz” ve “diğer yaşamsal çıkarlarımız”la çelişmemesi gerekir.