Kale'yi yararak aç,
Beni bul, kendini bul.
Biz, ikimiz kumu, rüzgarı, havayı tattık.
Birimiz kırbacı tattı.
Gemiye bindirildi,
Kırbaçlandı, kırbaçlandı.
Biz, siyahi olan biz,
Sen, ben.
Kakao toprağından yetiştik, kakao cevizinden çıktık,
Tenimizde kesik yok,
Ama akıyor kanımız yine de.
Biz, ikimiz, bata çıka ilerledik seninle.
Sular farklı görünüyor,
Halbuki aynı her yerde.
Tenimiz aynı ten kız kardeşim.
Kim bilebilirdi ki?
Ne sen bilebilirdin.
Ne de ben.
Yaw başıyla onayladı. Sınıfın ön tarafındaki sandalyesine oturup tüm bu genç çocuklara baktı. "Tarihin sorunu da bu. Kendimiz görmediğimiz, duymadığımız, yaşamadığımız için neyin doğru olduğunu bilemeyiz. Diğerlerinin sözüne güvenmek zorundayız. O zamanlarda yaşayanların sözüne güvenmeliyiz, onlar da çocukları bunları bilip kendi çocuklarına anlatabilsin diye bu hikâyeleri anlattılar. Vesaire vesaire. Gelelim birbiriyle çelişen hikayeler sorununa. Kojo Nyarko köyüne gelen savaşçıların ceketlerinin kırmızı olduğunu, Kwame Adu ise bu ceketlerin mavi olduğunu söyler. Bu durumda kimin hikâyesine inanacağız?" Çocuklar sessiz kaldılar ve bekleyerek ona baktılar.
"Güce sahip olan kimse ona. Hikâyeyi belirleyecek olan odur. Bu yüzden tarihi incelediğinizde kendinize daima şunları sormalısınız: Kimin hikâyesini kaçırdım? Bu ses ortaya çıksın diye kimin sesi bastırıldı? Bunu anladığınız zaman o hikâyeyi de bulmanız gerekecek. O noktadan sonra hâlâ kusurlu da olsa daha net bir tablo görmeye başlayacaksınız."