Kitabın sayfaları, ateşle birlikle küle dönüşmüştü, fakat bu her ikisinin de yok oldukları anlamına gelmiyordu. Birbirlerine karıştıkları anda, hiç olmadıkları kadar özgürlerdi artık.
''March, March beni duyuyorsan cevap ver!'' Diyerek haykırdım.
''Yine ne var?'' Benden bıkmış bir surat ifadesi takınmıştı buruşmuş yüzüne.
''Kendime geldiğimde karşımda büyük bir bina duruyordu, merak edip üst kata çıktım ama sanırım herkesin dikkatini çektim.''
''Neler oluyor orada?''
''Bilmiyorum, sadece Tanrı bizi kutsasın! Diye bağırdıklarını duydum, birde yaşlı adamın önünde yatağa benzeyen bir şey duruyor ve hiç kıpırdamıyor.''
''Ah, sanırım cenaze törenine girmişsin, beni iyi dinle muhtemelen orada asılı büyük bir çelenk olmalı. Onların ne olduğunu biliyorsun değil mi? Çiçekler, onların üzerinde ölen kişinin ismini yazar insanlar. İsmini söyleyerek huzur içinde uyu! Diye bağırmalısın anladın mı beni? Böylece Seni kendilerinden biri zannedeceklerdir.’’
Tekrar yukarı çıkıp etrafıma hızlıca göz gezdirdiğimde, duvarda asılı büyük çiçek demetinin üzerinde Evan Wilson yazdığını gördüm. Vakit kaybetmeden;
''Huzur içinde uyu Evan Wilson! Tanrı seni kutsasın!'' Diye bağırdım ama bir şeylerin ters gittiğini anlamam uzun sürmemişti. Kalabalığın içinden oldukça genç biri ayağa kalkıp konuştu;
''Bayan, Evan Wilson benim.''
SANIRIM ŞU ANDA UZAYA GERİ DÖNMEK İSTİYORUM!
“Dünya” diyerek üsteledi Amelia. “Herkes onun adını cehennem olarak biliyor fakat onun gerçek adı dünya. Yani cehennem denilen yer aslında dünyadan başkası değil. Kısacası şuan dünyada olduğuma göre pek bir şey kaybedeceğimi sanmam.”