Yannis Kordatos

Yannis KordatosBizans'ın Son Günleri yazarı
Yazar
7.1/10
11 Kişi
62
Okunma
1
Beğeni
1.010
Görüntülenme
Kitleler afyonlaşmış gibiydi.
Sayfa 24 - Alkım yayınevi
Dini çatışmalar, günümüz koşullarında, izahı zor olaylardır.
Sayfa 35 - Alkım yayınevi
Reklam
Gerçekte artık Bizansta devlet değil, sadece gölgesi kalmıştı. Bin yıllık geçmişi sayesinde belki birkaç yıl daha ayakta kalabilecekti.
Sayfa 32 - Alkım yayınevi
Özellikle 10. yüzyılda, antikçağ Yunan felsefesini temel alan ay­dın hareketi, geniş halk kitlelerine hiçbir etki yapma­dı. Bu hareket, aristokrat sınıfın manevi tatminini sağ­layacak bir eylem olmaktan ileri gidemedi. Bunun başlıca nedeni, Helen uygarlığını yeniden diriltmeye çalışan aydınların, eserlerini halkın anlamadığı antikçağ Yunancasıyla yazmalarıdır.
Hıristiyanlık, antikçağ dönemine ait her şeyi yok etmeyi ilke edindi ve resmî ideolojilerle politikayı belirleyen, din oldu.
Macaristan'da, yaşlı bir Bizanslı alimin yaptığı ke­hanet ise her şeye tuz biber ekiyordu. Bu kehanete gö­re, Bizans Türklerin eline düşüp İstanbul yerle bir edi­lirse, Rumlar iyi gün göreceklerdi.
Reklam
Bizans İmparatorluğu'nda Ticaret ve Sanayi: Bizans İmparatorluğu, 10. yüzyıla kadar sürekli olarak büyümektedir. 10. yüzyılda Bizans, dünyanın en zengin devletidir. Bu, yönetici sınıfın çok iyi olmasından kaynaklanmıyordu. Sebebi bambaşkaydı. İm­paratorluğun konumu, onu, büyük bir ekonomik ve siyasî güce sahipmiş gibi gösteriyordu. Tarım
Küçük toprak mülkiyeti feodalite çölünde adeta bir vaha gibiydi.
Sayfa 18 - Alkım yayınevi
Aynaroz, Osmanlılann egemenliğini, payitahtları Bursa iken Orhan Bey döneminde (1326-1360) tanımıştı. İstanbul'un bir gün Osmanlının eline düşeceğini tahmin ettiklerinden Bursa'ya bir heyet göndererek bağlılıkla­rını bildirdiler. Orhan Bey bunun karşılığında Aynaroz'un mülkiyet ve yönetim imtiyazlarını tanıdı.
Yoksullukları ve kötü kaderlerini Tanrı'nın öfkesi ve lanetine bağlıyorlardı. Rahipler İncil'den pasajlar okuyarak onları teselli edi­yorlardı. Tabii bunun maddi karşılığını da alıyorlardı. Tanrı'dan emir aldıklarını, rüyalarında Tanrı'nın ken­dilerine konuştuğunu, Meryem Ana'yla sohbet ettik­lerini söyleyerek yoksul köylülere arazilerini kiliseye bağışlatıyorlardı.Artık yoksul köylüler için bu dünya kaybedilmiş, öteki dünyada cennetin kapıları açılmıştı. Ortodoks kilisesine düşman olan Frenk derebeylerinin, impara­torluğu ele geçirmemesi için, yeni bir efendinin gel­mesine dua ediyorlardı. Bizans, böylece kaderine razı oluyor ve Türklerle Latinlerin saldırılarına karşı koya­maz hale geliyordu. Ancak Bizans köylüleri, Orto­doks kilisesinin düşmanı olmayan Türkleri tercih edi­yorlardı. Türkler, geçtikleri yerlerde bulunan manas­tır ve kiliselere dokunmuyorlardı. Tekfurlara ve ra­hiplere ilişmiyor, mallarına mülklerine el koymuyor­lardı.
Reklam
Patrik Theoliptos, 1519'da Yavuz Sultan Selim'in kiliseleri yıkarak Hıristiyanları zorla Müslüman yap­mayı kararlaştırdığını duyunca, saraya koştu. Patrik, padişahın bu kararının, Kuran-ı Kerim'e ve şehrin teslim olmasıyla ilgili anlaşmaya karşı olduğunu bil­dirdi.Padişahımız eğer izin verirlerse İstanbul'un fethiyle il­gili
Ekonomik kriz, sosyal yaşamın bütün faaliyetlerin­ de etkili oldu. Kadercilik, yobazlık, kehanetler ve fal­cılık toplumun bütün kesimlerine yayıldı. Kitleler afyonlanmış gibiydi.
Kilisenin üst sınıfı ise eşi görülmemiş biçimde günahkar bir yaşam kendini kaptırmıştı.
Sayfa 24 - Alkım yayınevi
İmparator Paleologos ve kurmaylarının Frenklerin yardım göndereceklerine dair ümitleri son ana kadar sürdü. Ermeni rahip Avraam, hatıra­larında imparatorun yardım beklediği saatlerde Latinlerin kendisine "inananı terk edip şehri bize devret" mesajı gönderdiklerini anlatıyor.
Konstantinos, Fatih Sultan Mehmed'e bütün imkânları­nı zorlayarak istedikleri vergiyi ödemeye hazır olduklarını ve barış istediklerini bildirdi. Padişahın cevabı sertti."Hiçbir şekilde buradan ayrılmıyorum. Ya ben şehri ala­cağım ya da şehir beni... Ölü, ya da diri... İmparatora, şeh­ri terk ederek Mora'ya gitmesi için izin verebilirim. Orada kendisine ve kardeşlerine toprak veririm, dost oluruz" (Du­kas, s.276-278).