Kim koymuş bu adı hiç bilmiyorum ama yüreğimi ısıtıyor bu iki kelime: Baba ocağı. Sanki bütün güzel duygular bu iki kelimenin içine birikmiş. Sevgi, saygı, fedakarlık, güven, dayanışma ve bitip tükenmez bir koruma duygusu.
Ben evli filan değilim ki bulaşığımı yıkayacak karım olsun? Hem bulaşık yıkamak sadece kadınların işi mi? Yirmi birinci yüzyılın modern, çağdaş, laik, demokratik, eşitlikçi, hürriyetçi… insanına yakışır mı bu?
Aslında bu yolculuğa çıkarken yüklendiğimiz en büyük yük de bu oluyor yine: kırgınlığımız. Kırgınlığımız diyorum çoğaltmak için değil ama onu, eşimi yalnız bırakmamak için.