Bu nasıl bir kara sevdanın zaferiydi ki, seksen beş yaşında bir adamla yetmişli yaşlarındaki bir kadın, ilk aşkı yeniden tatmışçasına, birbirlerini bu kadar zarif ve duygu yüklü sevgi sözcükleriyle kutluyorlardı...
Falancaya yazıktır, şöyle yap; falancaya yazıktır, böyle yap türünden cümleler insanın gerçekten içini acıtıyor.
Her ne kadar ona yazık edecek bir şey yapmamış olsam da..
..
İşte, tam da bu noktada insan, kendinden Ödün vermeye başlıyor; elini uzatıp tamamını dişlilere kaptırmak gibi bir şey... Yazıktır!.. Tamam anladım da, “yazıktır” ibaresinde benim rolüm ne? Neden ben üzerime alınıyorum? Ben onu “yazıktır” durumuna düşürecek ne yaptım da, durumu düzeltmeye çalışıyorum?..
İnsanı bitiren bütün zaaflar bu şekilde başlıyor maalesef...
Bir gün ben sormadan durup dururken:
“Onu çok özledim!” dedi.
Acınacak bir ses tonuyla söylemesi içimi parçalamıştı. Kim olduğunu hemen tahmin ettim tabii ki...
“Git, gör o zaman” dedim
“Ne cesaretle?” dedi
“Özlem, en büyük cesaret değil midir baba?”
“Peki, o çoktan unuttuysa?..”
“Sen onun için gitmeyeceksin ki! Kendi özlemini gidermek için gideceksin.”