Türkiye'de çağdaş bilim ve eğitim ancak 30'lu yıllarda 20. yüzyılı yakalıyor. Süreç Antropoloji ile başlıyor. Antropoloji bir yandan kültür devrimini tetiklerken öte yandan gizil sürdürülen bir ideolojik savaşta da saf tutuyor.
Atatürk hakkında yazılanların çoğunluğu onu Türkiye'nin coğrafyasına hapsediyor. Oysa günlük siyasi ve askeri olayların ötesinde, bu denli karmaşık bir evrede yılların birikimiyle oluşan entellektüel kimliğin tekdüze bir çizgi izlemeyeceği de bir başka gerçek. Entellektüel kimlik tortusal öğeler taşısa da zaman zaman köklü dönüşümlere uğruyor, yaşanan dönem ve ortamın etkileri altında farklı yönelimler içeriyor. Dolayısıyla Atatürk'ün yaşamında 1919 siyasal dönüşümün, olarak 1928 yılı da kültürel devrimin başlangıcını oluşturuyor. Atatürk yaşamının son on yılını ise Cumhuriyet'in ''yeni insan''ını kurgulamayla geçiriyor.
Cumhuriyet ve antropoloji Atatürk'ün yaşamının son yirmi yılına odaklanmış bir entelektüel arkeoloji çalışması. Farklı birikintileri, kalıntıları, göz ardı edilen ayrıntıları bir araya getiren bir uğraş. Atatürk ile birlikte ulusal ve siyasal davalarını kazanan Anadolu halklarının kültür davaları için mücadeledir.
Geçmişte türlerin hiçbir değişikliğe maruz kalmadığı, "türlerin sabitliği teorisi" yle her türün ayrıca yaratıldığı kabul ediliyordu. Bu evrede gerek bitkiler, gerekse hayvanlar, linnaeus tarafından yapay bir yöntemle sistemleştirilmiştir.
Antropoji 30'lu yıllarda jeoloji ve biyolojiyi tetiklemişti. 30'lu yıllarda bir anlamda her iki bilim alanı yeniden keşfedilmişti. Bundan böyle gerek jeoloji, gerekse biyoloji ders kitapları evrim kuramı üzerine inşa edilecekti.