Uzun zaman sonra mahallemde ki küçük camiye Rabbimin izniyle gidebildim. Namaz sonrası az sayıda ki cemaat kapı önünde selamlaşıp birbirine hal hatır sordular. Bana ise soracak birşeyleri yoktu, çünkü beni tanımıyorlardı, selamlaşıp geçtik. İşte o an bir duygudur hasıl oldu içerimde. Biz ne zaman böyle bir millet haline gelebildik! "Beldelerin Allah’a en sevimli yerleri mescitlerdir. Beldelerin Allah’a en sevimsiz yerleri de çarşı ve pazarlardır.” (Müslim Mesacid, 288) buyruğunu nasıl unuttuk. Sevimsizleri sevimlilere tercihte nasıl hadsiz olabildik. Ne derece reddettik birbirimize şahitliği, “Mescitlere devam etmeyi alışkanlık haline getiren bir adamı gördüğünüz zaman, onun gerçek mümin olduğuna şahitlik ediniz”. (İbni Mace, Mesâcid 19) buyruğuna inat. Yazık olmuş bize, ruhlarımıza fatihalar fısıldanmadan ceset olmuşuz da çürümeye bile yüz tutmuşuz. Cümlemize hidayet nasip et ya Rab!.
Biz Seniz İlelebet Ölümsüz Atatürk: 27 Mart 1930 günü sabahı, doğmakta olan güneşe bakmaktadır. Yanındakilere, edebiyat ve felsefe tarihine de altın harflerle yazılabilecek şu muhteşem sözleri söyler: “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle
Reklam
Özet
Yavuz Alogan'a sormuşlar: "HDP solun neresinde?", "ABD'nin solunda bir yerde" diye yanıtlamış o da. "Kürt oyları", "Kürt seçmen", "Kürt siyaseti" v.b tabirlerin enflasyonu gitgide yükselmekteyken önemli bir hatırlatma/özet olmuş son yazısı. Anahtar kelimeler: HDP, KCK, Öz yönetim, SDG,
Dünya buhranı
akıl ve ruh sağlığı için sosyal medya hesapları kullanılmamalı! kullanılıyorsa da aza indirgenmeli! bu nedir ya hu! "ağzı olan konuşuyor", "torba değil ki büzesin" tabirlerinin altını üstünü doldurmuş, hakkını veriyorlar! yazık ya hu yazık. zihnini dahi nefsin işgaline bırakmış ve bundan haz alanlara yazık! oturup bir iş gibi bir ibadet gibi kurduğumuz o hayalleri düşününce; hani islam için, insanlık için gayrete memur olduğumuz hayallerimiz, planlarımız.. diyorum sen neredesin! millet toparlanmış, haybeye yokuş aşağı yuvarlanıyor, sonu görünmez karanlık! sen kimin elinden tutup da aydınlığı anlatıp davet edeceksin! ancak iman varsa imkan da vardır! şükür ki imanımız var, yoksa nefsin, öfkenin, gazabın,karanlığın, ümitsizliğin bizde kölesi olurduk.. Hamdolsun ki idrak edebilmeye, düşünüp de doğru yolu bulabilmeye nasiptar kullardanız. Rabbim "sıratı mustakîm" yolcularının sayısını arttırsın. yoldaşlar göndersin bizlere. vallahi şu dünyanın lezzeti Allah'a birlikte koştuğun kardeşindedir.! selametle.
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil KADEM yalnız değil! Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil Üç yılı aşkın bir süredir gazetemde önce “Pazar” sonrasında ise “Cuma Divanı” adlı köşemde yazılar kaleme almaktayım. Açıkçası en fazla tepki aldığım beş yazıdan biri de geçen hafta, “İstanbul Sözleşmesi (Avrupa Konseyi Sözleşmesi)” ve “Cinsiyet Eşitliği” konusunda
Küçükken oturduğumuz mahalle büyük bir mezarlıkla iç içeydi. Dolayısıyla mezarlığa, mezar taşlarına, mezarlık ağaçlarına ister istemez ayrı bir ilgi, alaka duymaya başladım. Sonraları tarihi mezarlıkları, lahitleri, o taşların sanatını, ihtişamını görünce ilgim ve merakım giderek arttı. Öyle akademik bir bilgim yoktu ama karşılarına geçip o taşları seyretmek, tefekkür etmek hoşuma gidiyordu. Beni alıp bambaşka yerlere götürüyordu. Daha sonraları, bendeki anlam veremediğim bu hissiyatı merhum Yahyâ Kemâl'in şu tesbitinde buldum: “Kırık bir mezar taşına, kırk bohçaya sarılı sakal-ı şerîf gibi sahip çıkmazsak, ne din kalır, ne millet ne de memleket!..” Evet, o zaman daha iyi anlamıştım işin ehemmiyetini ve hissettiğim duyguları. Ama bazen; "keşke anlamasaydım" diyorum. Öyle hayranlıkla, uzaktan uzağa çocuksu bir hissiyatla baksaydım o sanat eserlerine ve mutlulukla karışık, anlam veremediğim o hülyalara dalmaya devam etseydim. Bilmenin ve görmenin ağır yükünü taşımasaydım. Koca bir millet, koca bir memleket, koca bir sanat, koca bir tarih ve bugün bu kadar duyarsızlaşmış, katı kesilmiş, gözünü hırs bürümüş milletimiz.... Ne yazık ki iç içeler. Tıpkı çocukluğumun geçtiği mezarlıkla iç içe olan o mahalle gibi; yaşamla ölümün iç içe olması gibi. Cehaletle ilmin, sanatla tekdüzeliğin, tefekkürle akılsızlığın iç içe olması gibi... Ne diyelim; ne idik, ne olduk...
Reklam
258 öğeden 81 ile 90 arasındakiler gösteriliyor.