Demek ki bulantı bu: göz kamaştırıcı bu apaçıklık. Üzerinde kafa patlattım. Yazılar yazdım. Şimdi biliyorum Varım (dünya da var) ve dünyanın var olduğunu biliyorum. Hepsi bu. Benim için önemli değil. Benim için hiçbir şeyin önemli olmaması çok acayip, korkuyorum bundan.
Sayfa 183Kitabı okudu
Bugün, siteyi tekrar gözden taradığımda; Edebiyatımızın (cumhuriyet dönemi) ilk köy ve köylü hayatını anlatan yazarlarımızdan başı çeken Sadri Ertemi ve onun eserlerinde ne roman, ne hikaye, ne gezi yazıların dan birini bulamadım. Neden bunu yazdım? Mihenk taşlarımızı unutursak, bugün varacağımız noktalarda kendimize yabanlaşır, biz bizi unuturuz. Eğer neden hala köy ve köylü yazıları ? diye sorarsanız, bir gerçeği açıklamak zorunluluğu doğar. o değerli yazarların yaşadığı dönemde: - nüfusun yüzde 80 i köylerde yaşamakta, - O devirde toplumda ki cehaletle savaşım var, Okuma alışkanlığı henüz yok, kitaplar yaygınlaşmamış, yazılar, günlük yada haftalık gazetelerde tefrikalar halinde yayımlanmakta,- Henüz demokrasinin başlangıç yılları v.s vesaire... Yani o günün yazarlarının işi çok zor, kime hitap edecekler?, toplumsal yaranın büyüğüne neşteri, eleştiriyi tam böğrüne atmayacaklar mı? Kısacası en azından onların varlığını da saygı gereği betimlemek açısından site de yer vermek gerekliği vardır diyorum. Selam ve saygıyla....
Reklam
Buz üstüne
Buz üstüne yazılar yazdım. Camların buğusuna, denizin kumsalına, alnımı yalayan rüzgara. Buz eriyecek, cam silinecek, kumsal yıkanacak ve rüzgar duracak da olsa; buzun ömrü, buğunun direnci, kumsalın büyüsü ve rüzgarın hızı kadar yaşayabilmek içindi. Bu yüzden her söze esirgeyen ve bağışlayan aşkın adıyla başladım. Belki de bu yüzden hiçbir kadın bağışlamadı beni. Hiçbir çocuk babalığımı, hiçbir baba çocukluğumu kabul etmedi. 
Alfabenin ilk beş harfini yazdım sonra, A B C Ç D. Önce Ç'yi  çıkardım.Ç'nin gölgesi , C , kaldı bize. Sonra A'yı çıkardım.Fazla popülerdi,gölgede bırakırdı ardından geleni.B C D kaldı geriye. A olmayınca fakirdi biraz alfabe.D fazla kibirliydi.Burnu büyüklerden biriydi.Kelimenin sonundayken heybetli ve diriydi.Bu yüzden onu da attım alfabeden.B ve C baş başa kaldı nihayetinde.C biraz araftaydı,B ile D 'nin tam orta yerine iliştirilmiş gibiydi. Biraz B'den almış biraz D'den semirmiş, ne idüğü belirsiz bir şeymiş.Ve bu yüzden C'den de sıyrıldım.Ve işte B harfi,bir başına ağırlığınca duruyordu karşımda.Aklımda bir sözü ataların:Taş yerinde ağırdır.B harfi sende BABA. Ama bu laf yakışmıyor varlığı yok bir adama.Yine boş beyaz bir kağıda olanca büyüklüğüyle bir B harfi yazdım BABA.Oysa birkaç kez daha böyle baba dersem aramız bozulacak kalemle ve kağıtla. Başladım B'nin hüküm sürdüğü kelimeler yazmaya.Boşluk geldi ilk aklıma.Neredeyse başlayacağım kelime falı bakmaya,çünkü Baba'ya yaklaşmak için yönelirken boşluk çıktı karşıma. Boşluk-Baba. Boşluk-Baba. Boşluk-Baba.Daha iyi bir tanımın olamazdı fezada.Avutmak için mi bilmem ama boşluktan daha kötüsü de çıkabilirdi ortaya. Gözden kaçırmıyorum,hikayeler bağışlamıştı yokluğun bana. İçten içe gülerek anlatıyordum bazen de karşımdakinin yüzü acıklı bir hâl alıyor böyle zamanlarda. Fark ettim de o acıyan simalar ayna oluyor senin yokluğuna. Ben erteledim hep, gelme diye aklıma. Ve şimdi yazılar yazdırsan da bana düne baktığımda eskimiş sahneler kalıyor sana...
Konuşamadım. Bekledim belki bir gün dedim. Hani “belki” olur ya, hani o mucizevi günlerden biri gelir ya, o gün gelsin istedim. Kendi kendine gelsin istedim. Ağladım, şarkılar dinledim, yazılar yazdım. Aniden olsun istedim. Hiç beklememeye çalıştım. Anlatmaya çalıştım. Yazık ettim, en çok kendime yazık ettim. Aylar geçsin dedim, mevsim değişsin.
Yaşar Kemal
Yaşar Kemal anlatıyor: "Yaşar Kemal ilk defa 'yazı' denilen şeyle karşılaşmıştır. Şöyle anlatır: "Bir gün köye bir çerçi geldi. Köylü kadınlara istediklerini borca veriyor, bir deftere de yazıyordu. Sanırsam sekiz yaşındaydım. Çerçiye sordum, bu yaptığın ne, diye. Yazı olduğunu, sonra okuyup unutmayacağını söyledi. Artık okula yazılacak, üç ayda okur yazar olacak, bir daha da söylediklerimi unutmayacaktım. Bizim köyde hiç okur yazar yoktu. (Bir saat uzaktaki) Burhanlı köyü öğretmeni Ali Rıza Bey’di. Mehmet’le huzuruna çıktık. Ben, dedim okumaya geldim. Olur dedi öğretmen. Ama senin ayakkabın, kafa kağıdın var mı? Yok. Kalem defter? O da yok... Giysiler yırtık pırtık... Ben başladım, ben dedim, üç ayda okur yazar olur, sana fazla zahmet vermem. Yemini billah ettim ki üç aydan çok başına bela olmayacağım. Adamla uzun bir tartışma... Öğretmen bana kafa kağıdının gerekirliğini, ayakkabısız olmayacağının sebebini bir türlü anlatamıyordu. Sonunda bana yirmi beş kuruş verdi, git dedi, kendine defter kalem al. Beni de bir sınıfa soktu. Bir de Alfabe verdi. Alfabede nar resimleri vardı. Ömrümde, daha öyle şiirli bir büyüye rastlamadım. O gün bütün defteri karaladım. Ne kadar harf varsa, hepsini durmadan yazdım. Akşama defterde karalanmadık hiçbir yer kalmamıştı. Üç ay sonra artık gazete bile okuyor, dağlara taşlara, bulduğum kağıtlara, duvarlara yazılar yazıyordum.” (Aktaran: Handan İnci, Milliyet Kitap, Mart 2015) *** Saygı ve sevgiyle...
Reklam
360 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.