Kendini tamam veremeyen gezgin arkadaş, seni ne kadar severiz de sen gene iğretilikten vazgeçmezsin. Temelli gidemeyen ve temelli kalamayan bütün sevgililer gibi kalbimize hem aşkı hem hicranı salmışsındır. Seni benimsememek için ne gayretler sarf ederiz, nefsimizi nasıl zorlarız. Kendimizi ve etrafımızı kandırmak için tılsımlı mağrur sözler bulmuşuzdur. Deriz ki: " Leylek benim ne kuşum? Yazın gelir güzün gider." Fakat ah!.. Güzün sen giderken içimiz sızlar, kasvetli kışımız başlar. Yazın da özlemeden süzülmüş yüzlerle yolunu bekleriz.
"Bunlar artık geçmişte kaldı," diyorlar, "Çağ bunu böyle istiyor," diyorlar. İyi de nerden çıkarıyorlar bu mantığı? Çağ değer yaratan bir etken değildir, hiçbir çağ da insanlara ve toplumlara tek bir biçimi, tek bir çözümü zorla benimsetememiştir.
Ülkenize yabancılar girecek olursa, açık açık savaşırsınız, ama kendi ülkeniz kendi askerinizin işgaline uğrayınca, iş karışır, aynı kararlılık ve aynı açıklıkla savaşamazsınız, bunu başkalarıyla konuşmak da tatsızdır...