Defalarca kendini öldürmenin geometrisidir edebiyat. Kendini türlü türlü, defalarca, hazla ve acı içinde öldürmeni mümkün kılar. Yazmak başka hiçbir nedenden değilse bile sırf bu yüzden arzulanacak şey. Kafir olmadan intihar etmenin ve kendini öldürsen de yaşamayı sürdürebilmenin tek yolu. Kendini bir hikaye için öldürdüğünde yine bir başkası için yeniden doğabilmenin tek yolu. Kendini defalarca öldürüp yine de günahkar olmamanın tek yolu.
Yazmak, unutmaktır. Bunun yanı sıra edebiyat hayatı görmezden gelmenin de en hoş yoludur. Müzik bizi yatıştırır, görsel sanatlar uyarır, canlı sanatlar ( dans ya da gösteri gibi) avutur.
Kitaplara o kadar alıştık ki düşünmeyi unuttuk. Özellikle kendimde gözlemlediğim meraklarıma cevap bulma arayışına girdiğimde üzerinde kısa bir süre bile düşünmeden bu neden olmuş olabiliri kendi kafamda yaratmadan verilmiş cevapların peşinde sayfaların içinde arıyorum cevapları. Rüyaların anlamaları üzerine düşündüğümde
Okura borçlu olduğumuz şey yalnızca açıklıktır. Hoşuna gitmese bile, özgünlüğü, ironiyi, şiddeti kabul etmesi gerekir. Onları yargılamaya hakkı yoktur. Bunun onu ilgilendirmediği söylenebilir.
Gençler hatırat yazmazlar/yazamazlar; zira gençlerin hatırlayabilecekleri ve / veya yazabilecekleri miktarda bir mazileri yoktur.
Hatırat yazmak, evvelden yaşlılarin işidir ; yani yazmak istediklerinde işe yarayabilecek hatıralara sahip olanların. Saniyen gecmişleriyle, daha doğrusu kendileriyle hesaplaşmak , mazilerinin muhasebesini yapmak zaruretini duyanların. Salisen , mağluplarin siyaset içinde değil , hayat karşısında mağlup olanların, mağlup olmaya değecek bir hayatı yaşamış olanların.
"Dün gece, son on yılda kullandığım onca keroseni düşündüm. Kitapları da düşündüm. Ve o kitapların her birinin ardında bir insan olduğunu ilk kez fark ettim. Onları düşünüp yazmak için epey zaman gerek. Bu daha önce aklmın ucundan bile geçmemişti."
Yataktan kalktı.
"Bir insanın etrafındaki dünyaya ve hayata bakarak bazı
düşüncelerini yazıya dökmesi belki bir ömür sürdü; sonra
ben geldim ve iki dakikada bam! Her şey bitti."
Tophaneli Hasan...
Bakkal Hasan...
Ekonomik sıkıntılar çektiği için artık yaşamla bağı azalmaya başlamıştı. "Ben ölüyorum ve dükkanı size bırakıyorum." Notu yazıp sonra da yırttı attı. Kolay mıydı öyle veda mektubu yazmak. Sahi ya, insan ölmeden önce geriye bırakacağı mektupta ne yazabilirdi ki ya da neyi sığdırabilirdi üç beş satıra?
Yazarın anlattığı kişiler ve olayların yanısıra İstanbul tasvirleri de çok hoşuma gitti. Okuduklarım sanki bir ressamın tablosuna bakar gibi hissettirdi. Öyle güzel ve detaylı yazmış ki, zihnimin içinde belirdi her biri okurken. Bu anlamda yazarın edebî diline hayran kaldım. Bu şehir koynunda kaç insanı doğurdu kaç insanın canına kıydı kim bilir.
Hasan intiharını düşünedursun, bir gün yazar Leyla ile yolları kesişiyor ve o zamandan sonra süreci kendisinin bile yönetmediği günler başlıyor. Bir romanın kahramanı olabilir miydi acaba?
Kitaplarda yazılanları mı yaşıyoruz yoksa yaşadıklarımız mı bir romana konu oluyor bilinmez ama her eserde toplum içinde yaşayan gerçek insanlar var.
Hasan kadar heyecanlandım, romanın gidişatı ile ilgili ister istemez tahminlerde bulunuyorsunuz. Yazarın romana dahil ettiği tüm karakterleri çok sevdim.