Tam bitti dediğin yerde yeniden başlamak.
Öldüm dediğin yerde yeniden doğmak.
Şimdi yeniden doğdum dediğin yerde binlerce kere daha ölmek.
Nasıl anlatılır Cilka'nın yaşadıkları bilemiyorum.
Daha doğrusu nasıl anlatılır Auschwitz kampı esirlerinin yaşamı bilemiyorum. Nasıl anlaşılır desem daha doğru olabilirdi. Empati yapılamayacak kadar acı dolu hayatlar...
Cilka'yı Auschwitz Dövmecisi'nden tanıyoruz.
Bu kitapta ise tamamen Cilka'nın hayatı anlatılıyor.
Kampta yaşam ile ölüm arasında, sevdiklerinin yaşamı ile ölümü arasında seçim yapmak zorunda kaldığı günlerden, sıyrılamadığı acılarından, yaralarından bahsediliyor bolca.
Aynı kaderi paylaştığı insanların anlayışsızlığında boğuluyordu belki de.
Umut; Nazi kamplarında sudan yapılmış çorbanın içindeki bir taneydi belki de.
Aşk; en çıkmaz sokakta, gecenin zifir karanlığında ışıldayan dolunaydı.
Soykırım ile ilgili çok kitap okudum fakat Cilka'nın hikayesi kadar bana dokunan başka bir hikaye olmadı henüz. Hassas anlarda okunamayacak kadar hüzünlü ve derin.
Müziğin içine girilmez. Müzik zaten içimizdedir. Müzik yalnızca var olan şeyleri ortaya çıkarır, belki de içinizde olduğunu bilmediğiniz duyguları hissetmenizi sağlar ve her yeri dolaşarak bütün duyguları uyandırır. Yeniden doğmak gibi bir şeydir.
Merak. Birine karşı, ansızın, bir merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. Aşka en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, bilmek istemiyorumdur.
Söz bir akıştır,harf harf kağıda dökülen.
Göz birzarftır,mazrufun elinde yırtılarak sökülen. Yürek bir mektuptur, nâme nâme kanla yazılan. Nice söyleyemediklerimiz vardır, dil lâl olur pusar.
İnsafa gelir "el aman "diye kalem yazar. Kiminin mektubu bahtı gibi kapalıdır,açan okuyamaz. Kiminin mektubu tarumardır,açılsada rüzgara savrulan.
Alın yazımın ağını mezar taşıma, doymamış sevdalığımı sararmış sevgiliye bırakıyorum. Hayattan varsa alacağım,üstü kalsın terk-i sevda mağdurlarına.
Taş duvarlarla ne konuşulur? Bunu benim gibi hergün yavaş yavaş kül olan bilir. Duvarlardır yangınım islerime boyanan. Bir insanın gözyaşlarının neler yazdığını belki okuyabilirsiniz,ya benim gibi gözyaşlarını içine akıtanı kim okuyabilir?
Kalemime sığınıp içimi yazıya döküyorum yeniden.
Usul usul geliyorum ey kalem. Ürkütmememekten değil, ürkmekten usul usul geliyorum. Bir sıçrayışın ihtimal hali kokusu damlıyor,yazmak eksiltir.
Susa susa geliyorum ey kağıt! Farkında olarak değil fark etmeksizin susuyorum.
Ardından dumanı bile tütmeyen bir köz ateş bıraktın ey aşk !...
Bir hayatı karanlıklara boğmak bu kadar kolay mı ?..
Yüreğimden kopan bir elin parmak uçlarındaki zehri tadıyorum şimdi..
Kalemlerin yazdığı yazıların mahkumuyum sevgili....
Gündüz uykusunu gece uykusuna değişmem. Gece uyumak zorunlulukmuş gibiyken, gündüz uyumak özgürce karartma perdelerinin arkasına sığınmak, bir süreliğine yeniden doğmak gibi.
Tantrada mesafe yoktur. Ölüm gerekmez. Yeniden doğman için ölüme ihtiyaç yoktur; daha ziyade alışkanlığa gerek vardır. Bu alışkanlık için kendini kullan.
Yeniden doğmak için insanın içindeki bazı şeyleri ölüme terk etmeyi bilmesi gerek.
Bizi durmadan, hiç gevşemeden başarı göstermeye iten bir toplumda, hayatımızın kırılgan dönemlerinde şarj olmak ve gücümüzü toplamak için kendimizi "gölgede bırakmayı" bilmiyoruz.