Bir mahallede iki tavşan, iki tilki ve iki karaca yakalamıştık. Hepsi kontamine olmuş haldeydi. Yine de avladık ve yedik onları. Başta bunu yapmaya korkuyorduk hepimiz, ama şimdi alıştık artık. Bir şey yemek zorundayız, gidip Ay’a yerleşmeyiz. Ya da başka bir gezegene...
“ Bu adamın hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirebilecek durumda değilim, bundan utanç duymamak için elimden gelen tek şey, onunla birlikte kontamine olmuş sandviç yemek. Onun kaderini paylaşmak.”
Çernobil topraklarında insanların durumu hazin. Ama hayvanların durumu daha da hazin.
İnsan sadece kendisini kurtardı, kendi dışındaki tüm canlılara ihanet etti. Köyler boşaltılır boşaltmaz gruplar halinde bölgeye gelen silahlı asker ve avcılar hayvanları vurdu. Oysa o köpekler insan sesine koşuyordu... Kediler de... Atlar da... Neler olduğunu hiçbiri anlayamadı. Üstelik yaşananlarda bunların zerre kadar suçu yoktu; ne yabanıl hayvanların nede kuşların; hiç suçları yokken sessizce öldüler ki bu daha da korkunçtu. Vakti zamanında Meksika'daki yerliler ve dahi Hristiyanlık öncesi dönemdeki Slav kökenli atalarımız, yemek için öldürdükleri yabanıl hayvanlardan ve kuşlardan af dilermiş. Eski Mısır'da hayvanların insanlardan şikâyetçi olma hakkı varmış. Piramitlerde günümüze ulaşan papirüslerden birinde şöyle yazar: "Hiçbir boğa N'den şikâyetçi olmamıştır" Ölüler alemine doğru yola çıkmadan evvel Mısırlılar içinde şu ifadelerin yeraldığı bir dua edermiş: "Hiçbir canlıya zarar vermedim. Hiçbir hayvanın önünden tahılını ya da samanını almadım."