Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
“Bu çürümüş toplumda, geleneklerin üstümüze yığdığı bilgi süprüntülerini öğrenemem ben. Ben, yeni bir düzenin kurulması için katkıda bulunurum ancak.”
Türkiye'nin bugünü yönetmeye çalış­mak fikrini yıkması gerekiyor. Yönetmemiz gereken yarınlarımız. Tarım, binlerce yıllık kadim bilgi ile kuşaktan kuşağa akta­rılan bir kültürdür. Bu kadim bilgi ve değeri geleceğe taşıyacak yeni bir vizyona, anlayışa ve bakış açısına ihtiyaç olduğu aşikar. İrfan Donat - Tarım Politikalarını Yıkmak...
Sayfa 142
Reklam
İnsan davranış kalıplarını ileri doğru dönüştüren gerçek bir dürtü olan öğrenme kapasitesinden başka hiçbir şey insanı içgüdülerinin temel planından bu kadar uzaklaştıramaz. Varoluşumuzun değişen koşullarından ve uygarlığın getirdiği yeni uyum ihtiyacından en çok o sorumludur. Aynı zamanda, insanın içgüdüsel temeline yabancılaşmasından doğan çeşitli psişik rahatsızlıkların ve zorlukların, yani köklerinden kopmasının ve kendisi hakkındaki bilinçli bilgisi ile özdeşleşmesinin ve bilinçdışını zedeleme pahasına bilinçle bu kadar ilgilenmesinin kaynağı da odur. Sonuç olarak, modern insan ancak kendisinin bilincinde olabildiği ölçüde tanıyabilmektedir kendisini. Bu da büyük ölçüde çevresel koşullara, bilgi edinme dürtüsüne ve özgün içgüdüsel eğilimlerini bir ölçüde değiştirerek kontrol altına almasına bağlı olan bir yetenektir. Dolayısıyla insanın bilinci çevresindeki dünyayı gözlemlemeye ve araştırmaya yönelir ve ruhsal ve teknik kaynaklarını bu dünyanın özelliklerine uyarlamaya çalışır. Bu iş o denli zorlayıcı ve yerine getirildiğinde o denli karlı bir iştir ki, insan bu süreç içinde kendini unutur. İçgüdüsel doğası ile ilişkisini kaybeder ve gerçek benliğinin yerine kendi hakkındaki fikrini koyar. Ve hiç farkına varmadan bilinçli faaliyetinin ürünlerinin gerçeğin yerine geçtiği, tamamen kavramsal bir dünyanın içine kayar. İçgüdüsel doğasından kopması insanı kaçınılmaz olarak bilinç ile bilinçdışı, ruh ile doğa, bilgi ile inanç arasında çelişkiye sokar. Bu bölünme insanın bilincinin artık içgüdüsel yönünü görmezden gelemediği veya bastıramadığı noktada patolojik hale dönüşür.
Çanak çömlek deyip geçme :)
Çömlekçiliğin icadı : İnsanlar hayatlarında ilk kez su geçirmeyen, istenilen her biçimde kaplara sahip oldular. Yiyecekleri kaynatma, pişirme ya da buğulama gibi yeni bir olanağa kavuşunca, daha önce yararlanmaları güç olan pek çok besin kaynağından yararlanmaya başladılar: Bir ateşin üzerinde pişirildiğinde yanan ya da suyunu kaybeden yapraklı sebzelerden; artık kolayca kabukları açılabilen kabuklu deniz hayvanlarından; şimdi artık suya yatırılarak acısı çıkartılan meşe palamutu ve atkestanesi gibi zehirli ya da acı ama besleyici yiyeceklerden yararlanıyorlardı. Kaynatılmış yumuşak yiyeceklerle küçük çocuklar beslenebilirdi, bu da çocukların daha erken sütten kesilmesine ve annelerinin daha kısa aralıklarla çocuk doğurmasına olanak veriyordu. Okuma yazması olmayan toplum- larda bilgi deposu olan, dişsiz yaşlıların beslenmesi ve daha uzun yaşaması mümkündü. Çömlekçiliğin bütün bu önemli sonuçları bir nüfus patlamasını tetikledi, Japonya'nın nüfusu birkaç binden çeyrek milyona çıktı.
(...)Atatürk'ün Nutuk adlı önemli eserinin incelenmesi göstermektedir, O, karşısında bulduğu büyüklü küçüklü problemlere bir doğa bilimcisinin yaklaşma tarzıyla yaklaşmış, önce problemi tanımaya ve tanımlamaya çalışmış, sonra onu çözmek için o ana kadar yapılan teklifleri eleştirel bir gözle elden geçirmiş, bu bilgi üzerine kendisi bir çözüm önermiş, bu öneriyi tatbik sahasına koymuş, dolayısıyla sınamış, bu tatbikattan elde edilen veriler çözüm önerisiyle çelişiyorsa, o çözümü hızla ve kesinlikle terk ederek yeni bir çözüm önerisi geliştirmiş ve bu sefer onu denemeye başlamıştır. Bu, bilimden de, günlük hayattan da, bildiğimiz deneme-yanılma yöntemidir ve 20. yüzyılda modern bilim felsefesi ve bilim tarihi, bilimin bundan başka herhangi bir metodunun bugüne kadar olmadığını ve bundan sonra olabilmesi için de şimdilik görünürde hiçbir işaret bulunmadığını göstermiştir.
15. yüzyılın kuzey Avrupası, orta çağı en derin bir biçimde dile getirmekten geri kalmamıştı. Yeni edinilen bilgiler, insanların dini inançlarına meydan okuyor ve tedirginlik yaratıyordu. Ölüm çırpınışları üzerinde duran ve bunları önemle canlandıran 15. yüzyıl sanatı, bilgi ile inanç arasındaki bu trajik çatışmanın bir ifadesi olarak görülebilir. Bu bakımdan, İtalya’nın insanoğlunun büyüklüğünü yücelttiği ölçüde, kuzey ülkelerinin Hristiyanlığa sığındığını ve insanoğlunun önemini azaltmaya yöneldiğini söyleyebiliriz. Rönesans ruhu, işte bu tür sınavlardan geçerek yavaş yavaş ilerledi.
Reklam
…ama söyleyin bakalım şimdi, korkunç bir şey değil mi bu, bu hiyerarşi, bu basamaklar, boş bir basamağa atlamak için bu tetikte olmalar... iğrenç bir şey. .. bir de kalkmış bilgiden söz ediyorsunuz!” Yaşam devam edecek. İnsan, kümeler kuramı ve nicelikler kuramı ve her türlü astronomik hesaplamalarla meşgul olacak. Ve şansımız yaver giderse, bilgi kuramı ve mantıksal temellerde epey bir parça ilerleme sağlanacak. Bu yetmez miydi? Ve içinden gelinmiş olunan karanlıktan, yeni bir karanlığa doğru ilerlenecek, yıldızlar siyah zemin üzerinde dururlar, ama ölümün büyüklüğü ve yüceliği içinde ortaya çıkarak, karanlık suyun yüzeyine kayacaklardır. Bu yetmez miydi? Ve kökenin ve amacın yitip giden güvensizliği, yalnızlığın ve kalbin sesi içinde biraz daha aydınlanacak. Yaşamın dışında amaç, ama yine de yaşam. Ey aşk! Bu yetmez miydi? Dışarıda hayat çağıldıyor, uzaklarda, kavranamaz, korkunç, tükenmez, ama kalbin içinde de aynı şekilde kavranamaz, aynı şekilde korkunç, aynı şekilde tükenmez çağıldıyor. Aynı şekilde dehşet verici. Bu yetmez miydi?
< “Bu dünyadaki ruhani liderler ve kutsal kitaplar bize inancın dağları yerinden oynatacağını bildirmektedir ve bu bilgi günümüzde daha derin ve özellikle daha bilimsel bir boyut kazanmıştır.  Sadece gerçek inanç, dünyamızda yeni şeyler yaratma gücüne sahiptir.” >
1K'ya yeni gelenlerin yaşadıkları ufak çaplı şok :d
İnsanların bilgi edinmek için geldikleri ciddi bir yerde, bir Kitaplıkta yüz kızartı­cı şeyler olabileceğine inanmazdım. Benim çocuğum yok ama, evlatlarını çalışsınlar diye buraya gönderen ve on­ların rahatsız edilmediklerini sanan, üstelik bunun gibi canavarların çocukların ödevlerini yapmalarına bile en­gel olduklarını bilmeyen annelere acıyorum doğrusu.
Sayfa 210 - PDF | Can YayınlarıKitabı okudu
İlkinde, yani agonik tavırda, öncelikle kendi güvenliğimizle ilgileniriz. Dikkatimiz çoğunlukla bir grubun parçası olmaya ve grup tarafından kabul görmeyi garanti altına almak için diğer insanların hakkımızda ne düşündüklerine yönelmiştir. Rütbe, hiyerarşi, gelenek ve doğuştan var olan güvenlik mekanizmasının bir ifadesi olarak düzeni sağlamakla ilgilenir hale geliriz. Bu tavırda düşüncelerimiz ağırlıklı olarak kendimizi korumakla ve fiziksel benliğimize, statümüze ve sosyal görünümümüze yönelik tehditlerle ilgilenmek, tanımak ve karşılık vermek için özel tasarlanmış bilgi-işlem sistemlerini kullanmaya yöneliktir. Diğerinde, yani hedonik tavırda, genellikle ortak destek sağlayan kişisel ilişkiler ağı kurmakta daha özgürüzdür. Ardından zekâmızın, yaratıcılığımızın, düşüncelerimizdeki ve sosyal ilişkilerimizdeki düzen sistemlerinin yaratıcılığının dizginlerini de bırakabiliriz. Zira kendimizi koruma gereksiniminden kurtulduğunda, dikkat birçok yeni nüfuz alanını keşfetmek ve o alanlarla bütünleşmek için kullanılabilir. Böylece zihnimiz bilgiyi oldukça farklı iki şekilde işler.
Reklam
Müştak Serhazin
Tarihin, geçmişin bahçesinde donup kalmış, müphem olaylar arasında gezinmekle bir alakası yok. Tarihçiler, çoktan göçüp gitmiş hükümdarların hayatlarını otopsi masasına yatıran adli tıpçılara benzemezler. Her ne kadar malzememiz geçmişte yaşanmış olaylar olsa da, bulduğumuz her yeni vesika, ulaştığımız her yeni bilgi, bize hakikatin farklı yönlerini gösterir. Dolayısıyla bildiklerimiz sürekli bir değişim içindedir.” “Yani tarihte kesin bir hakikatten söz etmek mümkün değil, gerçek izafidir...”
Everest YayınlarıKitabı okudu
Daha az dopamin reseptörüne sahip kişiler, yeni fırsatlar, fikirler ve bir şeyler yapmanın yollarını arayarak gruba katkıda bulunmuş olabilir. Nispeten az sayıda dopamin reseptörüne sahip olmak bir karakter kusuru değildir. Bu bize dopamin reseptörü az olan insanlara yardım edebilmek için ödül miktarını, ödüle gösterilen dikkati ve duyarlılığı artırmanın faydalı olacağına dair bir bilgi vermektedir, Aslında, bu üç şeyi artırmak, herkes için beyni ve zihni pozitif yönde eğitmede yardımcı olabilir.
Sayfa 198
Kıyıların kumlarının hoş olduğunu okumak yetmez bana; çıplak ayaklarım bunu duysun isterim… Bir duyunun ardından gelmemiş bilgi bana yaramaz.
Sayfa 37 - CanKitabı okuyor
Giderek artan sayıda Müslüman entelektüel gelenek adı altında onlara intikal eden birçok uygulama ve düşünce biçimlerinin kısır ve değişmez hale geldiği ve hem sosyal hem de bilimsel ilerleme yolunda bir engel teşkil ettiğine dair inancın hem içinden hem de dışından gelen eleştirilere katılıyordu. İslam'ı tümüyle reddetmek ve Batı'yı
Sayfa 216Kitabı okudu
Çok kuvvetli bir dış rekabet karşısında, az çok karmaşık bilgi ve teknoloji gerektiren bir sanayi kolunda yeni kurulan bir manifaktürün yaşayabilmesi için kuvvetli bir himayenin şart olduğu açıktır. Ancak çağdaşı Avrupa ülkelerinde müşahade ettiğimiz bu tip merkantilist himaye politikasına ait unsurlara Osmanlı İktisadi Dünya Görüşü'nde rastlamadığımız gibi, toplum yapısında da bu dünya görüşünü o istikamette zorlamaya, hatta etkilemeye namzet merkantil bir menfaat zümresi, Osmanlı sisteminin bir gereği olarak vücut bulamamıştı.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.