... Sonra kıraathaneye gider, eline bir gazete alırsın. Pek iyi, iç yüzünü pek yakından bildiğin bir meseleden bahsediliyor. Hakikat o kadar tahrif edilmiş ki her satırı okurken spazmlara tutulursun. Yine okurlara tuzlanmış, baharatlanmış, limonlanmış kol gibi dolmalar yutturuluyor. İçinden “Hey Türk Milleti! Bu baharatlı yalanları faydalı bir yemek sanmak gafletinden uyanmayacak mısın? Bunun mideni, kanını bozan bir zehir olduğunu hala anlamayacak mısın?” paylamalarıyla kendi kendini yerken akıllı, fikirli, hamiyetli sandığın birtakım kimselerin bu pespaye fikirleri müdafaa ettiklerini görünce beynin döner. Artık dilini tutamazsın...
Seyredenler hep olur. Sokakta adam, Allah yarattı demeyip bir tane vurunca, akraba düğünlerinde azarlarken,evde dayak yerken bile. Gerçi benim adam, konu komşuya rezil olmayalım diye perdeleri örter, sonra vurur. Ama bilirim, en azından sesleri duyarlar. Duyarsınız, görürsünüz, üzülürsünüz. Ne de olsa siz de bir kalp taşıyorsunuz. Belki gece yatarken kocanıza-karınıza, "Adam da Leyla'ya ne zulmediyor vallahi içim parçalandı," diye dertlenir, benim kaşım gözüm paralanırken erken parçalanan içiniz için merhamet toplarsınız. Aileniz de anlar ki siz çok insaniyetli birisine sonra da insaniyetli insaniyetli zıbarır uyursunuz. Ertesi gün uyanırsınız, e sizin de hayat gaileniz var, beni mi düşüneceksiniz? Her koyun kendi bacağından. Hem ben de kendimi kurtarmanın bir yolunu bulaymışım. Niye böyle şeyler sizin başınıza gelmiyor da benimkine geliyor di mi? "Sırf baht işi değil, biraz daha akıllı olmak lazım!" Mesela ben dayak yedim diye karakola gitsem, biriniz şahitliğe gelmezsiniz, niye? E aile meselesi ne olsa, yarın öbür gün ben kocamla iyi olurum, hatta size, "Sana ne be, kocam değil mi döver de sever de," bile derim de, siz kötü olursunuz di mi? Siz karışmazsınız. Bana üzülürsünüz tabii ama taraf tutmazsınız... Öyle de bir taraf tutarsınız ki: Ben zulüm çekerken susuyorsanız, kocamın tarafındasınız. Siz, erkek tarafısınız. Amaaan, benim babam bile özbeöz babamken, kız tarafı değil erkek tarafıydı.
Reklam
TANIK Asude Zeren’in ailesinin evinin önüne epey toz kaldırarak yanaşıp park ettiğimde saat öğleyi bulmuş olmalıydı. Radyoda yine yaklaşan bir fırtınadan bahsediliyordu ama havada en ufak bir belirti yoktu. Aslında biraz sepelese fena olmayacaktı. Arabaların ve insanların üstüne yapışan toz belki azıcık yatışmış olurdu. Biraz serinlik konukları
Sayfa 11 - HoldenKitabı okudu
“Olsun, bir daha denerim. Üzülürüm bu sözlerine; biraz kendi kendimi yerim. Gene de iyi niyetle denerim bir daha.” Selim güldü: “Bu biraz daha iyi oldu. Yalnız, kendi kendini yerken, bunu sen bile bilmeyeceksin, kendine bile söylemekten korkacaksın. Bir gölge gibi, kapının altından süzüleceksin. Duvarda karafatmalar; gerçek karafatmalar değil tabii. Daha kapıdan girerken hiçbir şeyin yoktu; oysa dereceyi koyuyorsun: otuz dokuz ateş...”
Ne tuhaftı şu hayat! Kazangap Ana-Beyit'te yatacak, onlar ise köye dönüp cenaze aşı yerken iyi sözler söyleyip onu anacaklardı!
Sayfa 349Kitabı okudu
Şu an da okyanusun bir yerinde bir balık, diğer bir balığı yerken hiçbir şahit olmasa, yiyen balık yine de zalim midir? Yoksa onu zalim yapan gözlemleyenin yorumu mudur? Hayat olduğu gibi akarken, bir yorum olmadan da, yine iyi kötü olur mu? Bizi cehenneme koyan ve yine yargılayan zihin midir? Ödül ve ceza bizim kendimizi yargıç zannetmemizden kaynaklanır. Hiçbir yargıç tam ve doğru karar veremez. Bir prensibe bağlı olarak kararını sağlamlaştırır. O prensip de yine bir başka prensibe bağlıdır. Yani görecelidir. Ölen ve öldüreni seyreden doğru cevabı veremez. Cevap en az üç tanedir. Ölen için, öldüren için ve seyreden için... Seyreden eşit bakamaz. Bu nedenle adalet sembolü elinde terazi taşıyan ama gözleri bağlı bir kadındır. Görmek taraflandırır...
Reklam
734 öğeden 491 ile 500 arasındakiler gösteriliyor.