Yersin yersin (solucan)
Kadınlardan biri, elindeki bir avuç tozu yaprakların içine koyuyor ve bir başka yaprakla bunu örtüp, bir tür bohça yapıyordu. En sonda duran kadın bunu alıp koşarak ilerdeki ateşin közlerinin içine sokuyordu. Merak içindeydim. Bu, birlikte yiyeceğimiz ilk yemeğimizdi ve haftalardır kafa yorduğum menüyü en sonunda öğrenecektim! Hoplaya zıplaya onlara yaklaştım ve gözlerime inanamadım. Kadının avucunun içinde büyük, beyaz ve canlı bir solucan vardı.Yeniden derin derin iç geçirdim. Bugün kaçıncı kez şaşkınlıktan dilim tutuluyordu. Kesinlikte emin olduğum tek bir şey vardı ki, ne denli aç olursam olayım, asla bir solucan yiyemezdim!
“Zaman; bazen kuş gibi uçar, bazen de solucan gibi sürüne sürüne gider. Ama insanın en çok hoşuna giden, zamanın çabuk mu yavaş mı, nasıl gittiği fark edilmeden geçip gitmesidir.” “Bazarov:’İnsan tuhaf bir yaratıktır, Burada babalarımızın sürdürdükleri renksiz yaşama şöyle yandan ve uzaktan bir bakarsın, daha iyisi can sağlığı dersin. Yersin, içersin, en doğru, en akıllı biçimde davrandığını bilirsin. Ama öyle değil..Can sıkıntısı huzurunu kaçırır. İnsanlarla uğraşmak istiyorum. Onlara küfretmek gerekse bile, onlarla uğraşmak istiyorum.” “Bizim yüksek memurlar, emirlerindeki çalışanları şaşkına çevirmeyi pek severler. Bu amaca ulaşmak için başvurdukları yöntemler oldukça çeşitlidir. Bu arada İngilizlerin ‘a quite a favorite’ dedikleri şu yöntem çok kullanılır: Yüksek memur birden en basit sözleri anlamamaya başlar, sağırmış gibi davranır. Örneğin; ‘Bugün günlerden ne?’ diye sorar. Kendisine en saygılı tavırla ‘Bugün günlerden cuma beyfendi’ diye tekmil verirler. ‘Nasıl? Ne? Ne demek? Siz ne diyorsunuz?’ diye sinirli bir şekilde tekrarlayıp durur yüksek memur. ‘ Bugün günlerden cuma beyfendi’, ‘Nasıl? Ne? Ne demek cuma? Hangi cuma?’, ‘Cuma beyfendi, haftanın bir günü.’, ‘ Ya, bana anlatmaya kalkıyorsun demek.’ Matvey İlyiç, liberal sayılsa bile yine de yüksek memurdu.” (Benim notum: 19.yüzyılda bile varmış bu tipler :))