Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
CAM KELEPÇEYE EVET Ilık bir süzülüşle Geri dön hayat, Bırakma yeryüzü salına tünemiş pek kara kuşlar Örtsün bakışımı, Görmek acısı sürsün pencere tutsağının Düşsün hayatı suya... Nilgün Marmara
SARHOŞ GEMİ Ölü sularından iniyordum nehirlerin Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış; Cırlak kızılderililer, nişan atmak için Hepsini soyup alaca direklere çakmış. Bana ne tayfalardan; umurumda değildi
Reklam
Yıl 2034. Dünya harabeye dönmüş. İnsanlık neredeyse tamamen yok olmuş. Radyoaktivite yüzünden yıkılan kentler yaşanmaz hale gelmiş. Uygarlık bitmiş. İnsanlığın bir zamanlardaki yüceliğine ilişkin anılar artık masallar ve söylencelerle yayılıyor. Bir zamanların üzerinden yirmi yılı aşkın bir zaman geçti. İnsanlar yeryüzü üzerindeki egemenliklerini şimdi başka türlere terk etti. Bu yeni dünyanın yaşamına daha iyi uyum sağlayan radyoaktif yaratıklara... İnsanlığın çağı sona erdi.
Üç şey seçtiler cennetten çıkarmak için: Bir: Kelimeler. İki: Aşk. Üç: Annelik duygusu. Kelimeleri Adem yanına aldı, annelik duygusunu taşımak Havva'ya kaldı. Ama aşk çok ağırdı. İkisinin de aşkı tek başına taşıması mümkün olmayınca, ikisinin zembili de aşkı bir başına kaldıramayınca, bölüştüler yükü. Yarısını Adem sırtlandı, aşkın yarısı Havva'ya kaldı. Öyle sert düştüler ki dünyaya, bu fenaya, Adem'in dizlerinin bağı çözüldü, ciğerleri yandı. Nutku tutuldu. Üçüncü defa, bildiği kelimelerin hepsini önce unuttu. Sonra bir kısmını hatırladıysa da o bir kısmını kıyamete değin unuttu. Aşk? Daha yollarda sakin durmamıştı bir türlü. Kabına sığmamıştı. Bir yarısı yollarda kayboldu. Getirebildikleri ancak öbür yarısıydı. O gün bugün yeryüzü kelimeleri yetersiz, aşk bu dünyada kusurlu. Annelik duygusu? Havva'nın cennet duygusu. Gönül evinde, kadın bedeninde, tastamam duruyordu.
"Ateşli bir kafa yapısına sahip birini mi gördünüz? Emin olun ki sonunda kurbanı olursunuz. Kendi doğrularına inananlar- insanların hafızasında iz bırakan yegane kimseler- arkalarında da cesetlerle dolu bir yeryüzü bırakırlar."
"Ölümün hak ve gerçek olduğunu aramızdaki çocuklarla kediler bile bilirken, biz onu yine de, kolay kolay yaklaştırmayız kapılarımıza, kondurmayız sevdiklerimize... Oysa her bükülmesi zamanın, ölümden haber veren birer ayet gibi inmektedir günlerin ve gecelerin üstüne... Bükülür, bükülür, bükülür de zaman yine toz kondurmayız yeryüzü günlerimize... Vedanın içli dokunuşu, hep uzaktır kullara..."
Sayfa 293Kitabı okudu
Reklam
Sen benim yeryüzü tanrımdın. Tanrılar sorgulanmaz, bilirsin... Ben de sana, hiç sorgulamadan taptım.
''Sanki sarılacağımız hiçbir ip kalmamış. Sanki boyanacağımız hiçbir boya yok. Sanki daha yakın, en yakın olabilme imkanı için vücudumuzun alacağı hiçbir şekil, sanki alnımızı koyacağımız bir alınlık temiz bir yeryüzü kalmamış. .... Güneş birden bire kara bulutun ucundan, baskıya karşı bir başkaldırıyı hatırlatarak saçını çıkarıyor. Şimdi bakıyoruz ve tutunacağımız ipi, boyanacağımız boyayı ve alnımızı koyacağımız temiz yeryüzünü görebiliyoruz.''
Sen bir çocuksun, annen sinirden bir de sevinçten doğurdu seni yırtılan ipek sesiyle; Bir çocuksun sen, bedeviler gibi ezberindeki şiirlerle bulmak zorundasın çölde yitirdiğin yolu; yeryüzü şenliğinin azımsanamaz bir parçasıdır yaktığın ateş, kıvrıldığın dönemeç, açtığın şemsiye, kucakladığın yaşlı ağaç; iyi bir çocuksun; tuhaf
Kulağına uzak zamanların sesi çalınanlar, bir şekilde bu sesi taklit etmeye çalışırlar. Benim yaptığım da bu. İnsanın, kendi varlığından hoşnut olarak yaşadığı, kendi varlığını haklı kıldığı ve kuşku yok ki, yeryüzü ile barışık yaşadığı ve mutlu olduğu bir zaman vardı. Yoksa bizler bugün bu mutluluğun imgesi için bile bunca telef olmazdık.
Sayfa 81
Reklam
Yanılmışım. Meğer bitmemiş. Öyle ya, zulüm ve düşmanlık bitmedi ki. Ne çabuk unutmuşum Habil ve Kabil'i. Mermer sunaklar yeni kurbanlarını bekliyor. Haydi, seyre duralım hep birlikte. Ne kadar da küçükmüş meğer. Sığamadık yeryüzü sofrasına. Kibir denizinde boğulmuşuz da haberimiz yok. Değirmenimiz susmuş , unumuz bitmiş. Fırınlarımız da kararmış, kalplerimiz gibi. Artık burnumuzda sıcak ekmek kokusu yerine kan kokusu var... İyi o zaman. Ne diyelim? Afiyet olsun...
''...Yeryüzü insanları toprak ananın koynuna dönerler sonunda. Hepimiz döneriz en son yuvaya. Ben de öyle, Bir şey var Beni sana çeken Daha ayrılır ayrılmaz, Birbirimizden uzaklaşır uzaklaşmaz....''
Oysa sabah vakti kolay geçer, müzik dinleyip kitap okurum, öğleden sonra hiçlik başlar, akşama doğru pekişir, güneş attığında kitaplar, müzik ve yeryüzü düşmandır artık bana. Gecenin olgunluğu yeniden insan kılığına sokar, çoğu insan gibi gece yarısından sonra uyurum. Ya da sızarım.”
Pusula her zaman gerçeğin peşinde. Yeryüzünün neresinde olursa olsun, her zaman aynı yönü işaret ediyor. İstanbul’da, Karadeniz’de, Ege’de ve işte şimdi kıyılarında volta attığımız Kuzey Afrika’da da, pusulanın o küçük iğnesi hep o yönün peşinde. Ne kadar dönerse dönsün, ne kadar savrulursa savrulsun ibre yine dönüp dolaşıp aynı istikamete işaret
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.