Normalde erkek adam ağlamaz,
Bu vahşete adamsan ağlarsın.
Hasta ruhlar hastane vurdu.
Ruhsuzlar sustu, hep sustu...
Kılın kıpırdamasın ama savaşlar dursun.
Kötülerle savaşmadan hangi savaş durur ki?
İstiklal Marşı "Korkma!" diyen o millet hani?
Hep kaybettiğin masalardan kalkman hani?
Yılanın başı daha ne kadar büyümeli?
Bana dokunmadı ki acımadı ki(!)
Deme boşuna, sen kimsin ki?
Hüviyetin meçhul Türkistan'da,
Müslümanlığın yok Filistin'de!
Hüviyetin düşmüş yere,
Gezer elden ele.
Sen bilmezsin kimsin,
Bak düşmanın bakışlarında göreceksin!
yüksek nihilizm mürşidi bazarov ile müridi arkadi'nin eğlenceli, dramatik, ibretlik hikayesi. turgenyev'in kalemiyle hayat bulan karakterlerin hepsi o kadar gerçekçi ki kitap bittiğinde, uzun yıllar oturulan semtten taşınmışçasına bir garip hissettiriyor.
kitabın ana karakteri bazarov, kendi tanımıyla bir 'nihilist'. ama bu tanımdan bile memnun değil aslında. tanımlamalar onu deli ediyor... onun nihilizme yönelişi kendiliğinden olmuş gibi biraz. yani, yola 'ben nihilist olmalıyım' diye çıkmamış, yoldayken keşfetmiş ne olduğunu. bazarov kendini çok iyi tanıyor ve bence bu, onun laneti. savruk yaşamını düzene koymak için uğraşmaması da bu yüzden.
arkadi ise aslında gelenekselci, sakin, düz bir genç adam. bazarov'a özenerek yöneldiği ne varsa yüzüne gözüne bulaştırıyor. bir vakitler hayran olduğu bazarov'un arkasından dolaplar çevirmeye kalkışıp, iyice kepaze hallere büründüğünde, yavaşça sokulup şöyle demek istiyorsunuz: 'köyüne dön, oğlum arkadi.'
ve asıl ortalığı karıştıran güzel/zengin/asil/dul hanımlara da değinmek gerekiyor. zaten kafası karışık, kimlik bunalımında olan gençlere 'siz, siz...' diye hitap ederek, güya mesafeli davranıp, her fırsatta göz süzen, ortamlarda mis kokular saçan bu hanımefendiler nereye varmak istemektedir? yılanın başı olabilirler...
sonra ah, o geride unutulup kalmış ihtiyar ebeveynler... bazarov evden gidince babası: "şu parmağım gibi bir başına kaldım, şu parmağım gibi bir başına..." diyor. bu cümleyi yirmi dört yıl sonra, hasta yatağındaki turgenyev'in de söylediğini öğrenmek kalbimi acıttı.
“Belediye reisi oldu, sonra da bize kan kusturdu. Kimse etmedi bize, n'ettikse kendi kendimize ettik. Yılanın başı küçükken ezilecekti. Şimden geri ne desek bos, olan oldu”.
Bildiğiniz gibi Türklerin İslamiyeti kabulü çok tartışmalı konudur. Bunun sebebi tarihimizin sansürlü olmasıdır. Tüm dünyada en sansürlü kitaplar tarih kitaplarıdır. Türkler tarafından yazılan tarih kitapları da böyledir. O yüzdendir ki
Lev Nikolayeviç Gumilev emmim "Bir halkın tarihini biraz da onların düşmanlarının yazdıklarına bakarak okumak
Hiç bir düşünce,hiç bir inanç,hiç bir kültür"Ölüm"ü yüceltemez,onun acı suratını yumuşatamaz.O ,gerçekten korkunç bir şey.Hele de savaşlarda...
Evinde ailesiyle diri diri yakılan ,başı bedeninden ayrılıp direklere saplanan,bir mermiyle kafatası paramparça olan birine ölümün yüce bir şey olduğunu nasıl söyleyebiliriz?Ya pazarlarda
Mağarada Allah'ın Sevgilisi, mukaddes başını, âlemin en büyük Peygamber dostu Ebu Bekr'in kucağına koymuş uyumakta...
Ebu Bekr, uyanıklığı mı, uyku hali mi daha güzel ve canlı olduğunu kestiremediği bu yüze bakıyor.
Allah Sevgilisinin yüzü...
Anîden, mağaranın deliklerinde birinde küçük bir yılan başı gördü... Hemen çıplak ayağı ile deliği tıkadı. Ebu Bekr'in ayağına incecik bir neşter gibi yılanın dili girip çıktı. Ebu Bekr acıdan yandı. Fakat Allah'ın Sevgilisi uyanmasın diye hiç kıpırdamadı. O kadar yandı ki, gözlerinden yaş
boşandı ve şıp şıp, Allah Resulünün yüzüne damladı;
Uyandılar:
— Ne oldu yâ Eba Bekr?
— Hiç efendim!
Karşılıklı oturdular.
Sevr mağarasında bu karşılıklı oturuşun sırrı bilinse..
Bir nehir kaynağını unutabilir mi,
Gün ışığı unutabilir mi güneşi?
Deniz yatağindaki çapa gemiyi ya da
Bir yılanın kuyruğu önünde giden başı unutabilir mi?
Bugün dünü unutabilir mi?
Bir adam unutabilir mi babasını?