(Her çiçeğin boynunu büken bir mevsim, her insanın boynunu büken bir vicdan azabı varmış. Benimkisi sen olmuştun Efe’m. Anlatamadım! İçimdeki derdi taşısam da yüreğine akıtamaya kıyamadım!
Oysa ne zaman sana sokulsam, birdenbire uçurumlara düşmek hissi içinde gibi bir his kabarıyordu karnımda ve ölüm soğuk nefesiyle ensemi yokluyordu. Kollarımdaki tüyler bile ürperiyordu. İçim ılınarak silkinip uyandıkça kâbuslarımdan, öyle hissediyorum ki, uzak, pek uzak bir yerlerden ruhum sonsuz bir ıstıraba yine gebe kalıyordu.)
Uzandın Efe’m. Ben ağlarken, hiçbir şeyi umursamadan beni kollarına almaya kalkınca, etime kızgın demirler vurulmuş gibi irkilerek oturduğum yerden kalktım. Soluk soluğaydım. Uzak duruyordum, durmak zorundaydım! Utanıyordum! Yoksa sıcaklığını hissettiğim an, koyuverecektim kendimi kollarına, sinesine yaramaz bir kedi gibi pusuverecektim ve unutacaktım yapmamam gerekenleri…
Şok olmuş gözlerin irice açılırken, “Canan…” dedin isyan eder gibi. Sesin… tok sesin tüm tüylerimi yerinden söker gibi dikleştirdi. Cesaretimi kaybettim.
Hıçkırarak ağlamaya başladım çaresizliğimden. Ellerim yüzüne kapandı, gözyaşlarımdan bir göl kurulurken avuç içlerime, kendimi kaybettim.
Nasıl derdim ki; “Hamileyim.” Ölmek istedim.