Bu rotalar üzerinde seyir eden yük gemileriyle, yoğun bir nüfusun bulunduğu İngiltere adasının sadece yiyecek maddeleri değil, aynı zamanda büyük bir savaşın başarıyla yürütülebilmesi için İngiltere’nin ihtiyaç duyacağı bütün, maden, akaryakıt, silâh ve araçlar da taşınıyordu. Doenitz’in düşüncesine göre İngiliz ekonomisinin çökertilmesi, morallerinin kırılması ve bütün milletin hükümetiyle birlikte dize getirilmesi için, en hassas nokta bu ticaret rotalarıydı. Fakat, memleketin dış kaynaklarıyla olan bağlantısının kesilmesinde en etkili silahın denizaltılar olacağı görüşü Doenitz’in üstleri arasında pek az kimse tarafından paylaşıldığı gibi; Winston Churchill istisna edilirse, düşman tarafında bile bu fikri benimseyenler çok değildi.
Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı.
Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı, bir lokma yiyecek için mücadeleye girişmişti bile. İşte zor bir gün daha başlıyordu...
“Ulu Tanrım,” diye mırıldandı, “ne yapmalı? Yardım et, bir şeyler söyle bana! Sana her gün raporumu veriyo rum, köyün ne hale geldiğini biliyorsun. Yiyecek şeyimiz kalmadı, her geçen gün eriyoruz; her geçen gün askerler den biri kaçıp dağdakilere katılıyor. Aforoz edilen oğlum, Kızıl Takkelilerin komutanı, Kartaltepesi’nden bize her gün haber yolluyor; ‘Teslim olun! Teslim olun! Yoksa vay halinize!’ Ne yapmalıyız? Ne yapmalıyım? Az önce Areti’nin sana sövdüğünü duydun, gerçekten dayanacak halimiz kalmadı. Açhktan ölen çocukları nasıl kurtarma lı? Bana bir öğüt ver Ulu Tanrım. Köyü yakılıp yıkılmaktan kurtarmak için dağdaki partizanlara mı teslim edeyim? Ya da kollarımı kavuşturup merhametini mi bekle yim? Ne yazık ki insanız Ulu Tanrım, bekleyemeyiz. Merhametin gecikiyor. Genellikle de bizi ölümden sonra, öteki dünyada gelip buluyor ama ben, merhametini yeryüzünde göstermeni istiyorum.” Bir an sustu. “Ne olursa olsun,” diye ekledi yüksek sesle, “merhametini yeryüzünde göstermelisin!”
Han Hanedanın'dan (İÖ 206-İS 220) bir bakan bu nedenle, geleneksel analize göre üstün askeri gücün Çin'de olmasına rağmen, Çin'in kuzeybatı sınırlarındaki atlı Xiongu kabileleriyle başa çıkılması için "beş yem" önermiştir:
Gözlerini baştan çıkarmak için süslü giysiler ve arabalar vermek; ağızlarını baştan çıkarmak için güzel yiyecekler vermek; kulaklarını baştan çıkarmak için müzik ve kadın vermek; iştahlarını kabartmak için azametli binalar, tahıl ambarları ve köleler vermek... ve teslim olmaya gelenlerin, akıllarını başlarından almak için de onurlarına imparatorun bizzat şarap ve yiyecek sunduğu bir imparatorluk resepsiyonu vermek. Bunlar "beş yem" olarak adlandırılabilir.
Benim vardığım temel sonuca göre, toplumlar farklı anakaralarda farklı şekilde gelişmiştir, bu insan biyolojisindeki farklardan değil, anakaraların çevre koşullarındaki farklardan kaynaklanır. İleri teknoloji, merkezi siyasal örgütlenme ve karmaşık toplumların başka özellikleri, ancak yiyecek fazlasını biriktirme kabiliyetine sahip, yerleşik nüfuslu toplumlarda ortaya çıkabilirdi yiyeceklerini sağlamaları, MÖ yaklaşık 8500 yıllarında ortaya çıkan tarıma bağlı olan toplumlarda. Ama tarımın ortaya çıkması için gerekli evcilleştirilebilir bitki ve hayvan türleri, bütün anakaralara pek de eşit biçimde dağılmış değildi. Evcilleştirilebilir en değerli yaban türler yerkürenin yalnızca dokuz noktasında toplanmıştı, böylece bu bölgeler ilk tarımın anayurdu oldular. Bu bölgelerin asıl halkı böylece tüfekleri, mikropları ve çeliği geliştirme konusundaki yarışa önde başladı. Bu bölgelerde yaşayanların hayvan varlıkları, tarım ürünleri, teknolojileri, yazı sistemleri, bunlara ek olarak dilleri ve genleri, eski ve yeni dünyaya egemen oldu.
Japonlar taze yiyecek delisidir. Amerika Birleşik Devletleri'nde süt şişesinin üzerinde yalnızca bir tek tarih vardır: son kullanma tarihi... Tokyo'da bir Japon süpermarketine gittiğimiz zaman süt kabının üzerinde üç tarih görünce şaşırdık.
Tarihlerden biri sütün imal tarihiydi, ikincisi süpermarkete geliş tarihi, üçüncüsü de son kullanma tarihi.
Japonya'da süt üretimi her zaman geceyarısını bir geçe başlar, böylece sabah süpermarkete giden süte o günün etiketi yapıştırılabilir. Süt 23.59'da üretilse, kabın üzerindeki tarih bir önceki günün tarihi olur ve o sütü hiçbir Japon tüketicisi almaz.
“İzimi süren bir panter var:
Bir gün beni öldürecek olan;...
...Adımlarını durdurmak için yüreğimi fırlatıyorum,
Susuzluğunu dindirmek için kan saçıyorum;
O yiyor, ama yine de ihtiyacı yüzünden yiyecek arıyor,
Mutlak bir adaklığa zorluyor...
...Panter merdivende Yukarı çıkıyor.”
önümde aynı rakı kadehi, aynı deniz, aynı hava, aynı alto saksofon ötüşlü vapurlar, deniz yüzeyinde dalgalanan çöplerden yiyecek aranan martılar, aynı yosun/balık/rakı kokusu, aynı mezeler, aynı garsonlar….
Dönemin tarihçileri, yiyeceğin az, fiyatların pahalı olduğu bu zamanlarda, bu coğrafyada (Ön Asya) yaşayan insanların hayatlarını idame ettirebilmek için zorunluluktan dolayı at, eşek, katır, köpek gibi ele geçirebildikleri bütün hayvanların etlerini yediklerini belirtmektedir. (bkz. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye) Tarihçiler daha dehşetli
Sayfa 54 - Kitap Yayınevi, İnsan ve Toplum Dizisi - 70, 2. Basım, Birinci Bölüm, Şam ve Anadolu Dolaylarında 7./13. Yüzyılda Tasavvuf ve Muvelleh Dervişlik
Başka bir grup da, bunlardan daha çok gurura saplanmıştır.
Yiyecek, mesken ve evlilikte aza kanâat ve fedâkârlık onlara zor gelir. Tasavvuf yolunda bulunduğunu açığa vurmak ister fakat sûfîlerin kıyafetlerine bürünmeye gerek görmez. İpek kullanmaz; yamalı fakat değerli, ipekten daha kıymetli elbiseler, kaliteli önlük ve mendiller ve süslü seccadeler edinirler.
Bunlar görünen bir günahtan kaçınmazken, görünmeyen günahlarda durum nasıl olur! Onların tek amacı müreffeh yaşamak, idarecilerin mallarını yemektir. Bununla birlikte kendilerinde hayır olduğunu zannediyorlar.
Bunların müslümanlara zararı hırsızlarınkinden daha beterdir. Çünkü bunlar kıyafetle kalpleri çalıyorlar; böylece kendilerine uyan başka insanların helak sebebi oluyorlar. Bunların rezilliklerini birisi görünce, tasavvuf ehli hep böyledir zannederek bütün sûfîleri genel bir şekilde karalama yoluna gider.