Gökyüzüne bakmak,
evrenimizin geçmişinde farklı zamanlar ve yerlerde damgalanmış
kartpostallar almak gibidir. Ancak sonsuzluğun kıyısından gelen
tüm bu kartpostalları birleştirdiğimiz zaman evrenimizin tarihinin, Dünya’dan göründüğü şekliyle belli bir dilimini oluşturabiliriz.
Bununla birlikte, şimdiki
sıkıntılı halimize aldırmayıp, yok sayıp ya da onu bir kenara koyup yarın ne hissedeceğimiz hakkında bir tahmin yapmaya çalışmak, ciğer yerken lokumun tadını hayal etmeye çalışmaya benzer.
Geleceği hayal edip zihnimizde
canlandırdıklarımızın bize ne hissettirdiğini düşünmek doğaldır. Ancak beynimiz şimdiki olaylara tepki vermeye kararlı olduğu için, yarın da bugün hissettiklerimizi hissedeceğimiz yönünde yanlış bir
sonuç çıkarırız.
Tarih
ortaya koyuyor ki bilimsel devrimler genellikle fizikteki gelişmelerin teşvik ettiği
dalgalar halinde meydana geliyor. On dokuzuncu yüzyılda ilk bilim ve
teknoloji dalgası, makine ve termodinamik kuramlarını oluşturan
fizikçiler tarafından mümkün kılınmıştı. Bu sayede
mühendisler buhar makinesi üretebilmiş, bu da lokomotife ve endüstri
devrimine evrilmişti. Teknolojideki bu temel değişim,
uygarlığı; cehaletin, yıpratıcı çalışma koşullarının ve açlığın lanetinden
kurtararak makine çağma taşıdı.
Yirminci
yüzyıldaki ikinci dalgaya elektrik ve manyetizma yasalarında uzmanlaşıp elektrik
çağma geçişi sağlayan fizikçiler öncülük etti. Bu gelişme
dinamoların, elektrik jeneratörlerinin, televizyon, radyo ve radarların
gelişiyle şehirlerimizin elektriklendirilmesini sağladı. İkinci dalga
bizi Ay'a götüren modern uzay programını ortaya çıkarttı.
Yirmi
birinci yüzyılda da bilimdeki üçüncü dalga transistör ve lazeri icat eden kuantum
fizikçilerinin öncülüğünde ileri teknolojide ifade buldu. Bu; süper
bilgisayarların, internetin, modern iletişimin, GPS' nin ve
yaşamlarımızın her köşesine sinmiş olan ufak çiplerin ortaya çıkmasına
olanak sağladı.
Zira konforun düşüncesi bile insanı gevşetir ve rehavete sürükler;
yarınımızdan yahut istikbalimizden endişemiz olmasaydı
kendisinden endişe edilecek varlıklara dönüşürdük ki öyle de oluyor.
Duygusal sinyalleri görmezden gelince, beden
Oldu o zaman, al sana fiziksel sinyal,' der. Onları da
görmezden gelirseniz, başınız gerçekten dertte demektir.
Beyin aslında
duyu organları da dahil sadece bedenin geri kalanıyla sinir
yolları aracılığıyla irtibatta olan bir organdır. Dolayısıyla beyin
sadece bedende meydana gelen
fiziksel değişiklikleri ölçebilir. Onun dış dünya hakkındaki bilgisi, dış dünyadaki olayların
duyu organlarını fiziksel olarak etkilemesi sonucunda kendinde
meydana gelen değişikliklerden yola çıkarak temsili bir
dünya kurması esasına dayanır.
Aynca rutin ve tekrarın tedavi için ne kadar gerekli olduğunu ne kadar söylesem azdır. Beyin, belli bir kalıba bağlı, tekrarlayan deneyimlere tepki verirken değişir, bir şeyi ne kadar tekrar ederseniz, bu beyne o kadar yerleşir.
Biz sosyal memelileriz, birbirine bağlı ve birbirine bağımlı insan etkileşimi olmasaydı sağ kalamazdık. Gerçek şu ki, önceden sevilmeden ve seviliyor olmadan kendini de sevemezsin . Sevebilme kapasitesi yalnızlıkta oluşmaz.
Bir çocuğun ne kadar çok sağlıklı ilişkisi varsa, herhangi bir travmayı atlatıp ilerleme kaydetmesi de o kadar ihtimal dahilindedir. İlişkiler değişimin aracıdırlar ve en etkili terapi insan sevgisidir.
Şu anda, dünya sana karmaşık ve gizemli geliyor ama sen değişirsen, dünya sana daha basit görünür. Buradaki mesele, dünyanın nasıl bir yer olduğu değil, senin nasıl birisi olduğun.
Bir insan yaşam çizgisini belirlerken kendini ne kadar bağımlı hissederse, yoksulluğunun kendi kusurlarının bir sonucu olduğuna o derece az inanır. Kapalı bir grubun üyesi olan kişinin “isyan noktası”, bağımsız yaşayan kişininkinden daha uzaktadır ve onu isyana sevk etmek için daha fazla sefalet yaşaması ve aşağılanması gerekir. Totaliter rejimle yönetilen bir toplumun ayaklanma nedeni, baskı ve ezilmeye isyan etmekten daha çok, genellikle totaliter idarenin zayıflamasıdır.
Örneğin, bir ulusun az etkin olan çoğunluğu orta bölümdedir. Fakat ulusu, gerek şehir hayatında gerekse tarım alanında çalışan vasat insanlar değil, her iki uçtaki azınlıklar -yani, en iyi ve en kötü olanlar- biçimlendirir.