Yonca Karalamaci Baysal

Gökyüzüne bakmak, evrenimizin geçmişinde farklı ​zamanlar ve yerlerde damgalanmış kartpostallar almak gibidir. ​Ancak sonsuzluğun kıyısından gelen tüm bu kartpostalları bir​leştirdiğimiz zaman evrenimizin tarihinin, Dünya’dan göründü​ğü şekliyle belli bir dilimini oluşturabiliriz.
Reklam
Bununla birlikte, şimdiki sıkıntılı halimize aldırmayıp, ​yok sayıp ya da onu bir kenara koyup yarın ne hissedeceğimiz ​hakkında bir tahmin yapmaya çalışmak, ciğer yerken lokumun tadını hayal etmeye çalışmaya benzer. Geleceği hayal ​edip zihnimizde canlandırdıklarımızın bize ne hissettirdiğini ​düşünmek doğaldır. Ancak beynimiz şimdiki olaylara tepki ​vermeye kararlı olduğu için, yarın da bugün hissettiklerimizi ​hissedeceğimiz yönünde yanlış bir sonuç çıkarırız.
Tarih ortaya koyuyor ki bilimsel devrimler genellikle fizik​teki gelişmelerin teşvik ettiği dalgalar halinde meydana geliyor. ​On dokuzuncu yüzyılda ilk bilim ve teknoloji dalgası, makine ve ​termodinamik kuramlarını oluşturan fizikçiler tarafından müm​kün kılınmıştı. Bu sayede mühendisler buhar makinesi üretebil​miş, bu da lokomotife ve endüstri devrimine evrilmişti. Tekno​lojideki bu temel değişim, uygarlığı; cehaletin, yıpratıcı çalışma ​koşullarının ve açlığın lanetinden kurtararak makine çağma ta​şıdı. ​Yirminci yüzyıldaki ikinci dalgaya elektrik ve manyetizma ​yasalarında uzmanlaşıp elektrik çağma geçişi sağlayan fizikçiler ​öncülük etti. Bu gelişme dinamoların, elektrik jeneratörlerinin, ​televizyon, radyo ve radarların gelişiyle şehirlerimizin elektrik​lendirilmesini sağladı. İkinci dalga bizi Ay'a götüren modern ​uzay programını ortaya çıkarttı. ​​Yirmi birinci yüzyılda da bilimdeki üçüncü dalga transistör ​ve lazeri icat eden kuantum fizikçilerinin öncülüğünde ileri tek​nolojide ifade buldu. Bu; süper bilgisayarların, internetin, mo​dern iletişimin, GPS' nin ve yaşamlarımızın her köşesine sinmiş ​olan ufak çiplerin ortaya çıkmasına olanak sağladı.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Her insanın sadece bir kez çocuk olma hakkı vardır... ​O da anne babasının çocukluğunu yaşamasına izin verdiği kadardır... ​
Zira konforun düşüncesi bile insanı ​gevşetir ve rehavete sürükler; yarınımızdan yahut istikbalimiz​den endişemiz olmasaydı kendisinden endişe edilecek varlıklara ​dönüşürdük ki öyle de oluyor.
Reklam
Duygusal ​sinyalleri görmezden gelince, beden Oldu o zaman, al sana fi​ziksel sinyal,' der. Onları da görmezden gelirseniz, başınız ger​çekten dertte demektir.
Beyin aslında duyu organları da dahil ​sadece bedenin geri kalanıyla sinir yolları aracılığıyla irtibatta ​olan bir organdır. Dolayısıyla beyin sadece bedende meydana ​gelen fiziksel değişiklikleri ölçebilir. Onun dış dünya hakkın​daki bilgisi, dış dünyadaki olayların duyu organlarını fiziksel ​olarak etkilemesi sonucunda kendinde meydana gelen değişik​liklerden yola çıkarak temsili bir dünya kurması esasına da​yanır.
Aynca rutin ve tekrarın tedavi için ne kadar gerekli olduğunu ne kadar söylesem azdır. Beyin, belli bir kalıba bağlı, tekrarlayan deneyimlere tepki verirken değişir, bir şeyi ne kadar tekrar ederseniz, bu beyne o kadar yerleşir.
Biz sosyal memelileriz, birbirine bağlı ve birbirine bağımlı insan etkileşimi olmasaydı sağ kalamazdık. Gerçek şu ki, önceden sevilmeden ve seviliyor olmadan kendini de sevemezsin . Sevebilme kapasitesi yalnızlıkta oluşmaz.
Bir çocuğun ne kadar çok sağlıklı ilişkisi varsa, herhangi bir travmayı atlatıp ilerleme kaydetmesi de o kadar ihtimal dahilindedir. İlişkiler değişimin aracıdırlar ve en etkili terapi insan sevgisidir.
Reklam
Şu anda, dünya sana karmaşık ve gizemli geliyor ama sen değişirsen, dünya sana daha basit görünür. Buradaki mesele, dünyanın nasıl bir yer olduğu değil, senin nasıl birisi olduğun.
Bir insan yaşam çizgisini belirlerken kendini ne kadar bağımlı hissederse, yoksulluğunun kendi kusurlarının bir sonucu olduğuna o derece az inanır. Kapalı bir grubun üyesi olan kişinin “isyan noktası”, bağımsız yaşayan kişininkinden daha uzaktadır ve onu isyana sevk etmek için daha fazla sefalet yaşaması ve aşağılanması gerekir. Totaliter rejimle yönetilen bir toplumun ayaklanma nedeni, baskı ve ezilmeye isyan etmekten daha çok, genellikle totaliter idarenin zayıflamasıdır.
Özgürlüksüz eşitlik, eşitliksiz özgürlükten daha dengeli bir toplum düzeni yaratır.
Ayak takımı olmayan ve isyankâr bireyleri bulunmayan bir ulus sakin, düzenli, hoş ve nezihtir fakat doğacak yeniliklerin tohumundan yoksundur.
Örneğin, bir ulusun az etkin olan çoğunluğu orta bölümdedir. Fakat ulusu, gerek şehir hayatında gerekse tarım alanında çalışan vasat insanlar değil, her iki uçtaki azınlıklar -yani, en iyi ve en kötü olanlar- biçimlendirir.
111 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.
Resim