Orhan Pamuk'u oldum olası severim ve çok beğenerek okurum. Her romanında anlamaya ve anlatmaya çalıştığı ayrı bir dert ve dolayısıyla ayrı bir tat bulurum.
"Kafamda bir tuhaflık"ta Mevlut ile İstanbul sokaklarında yıllar boyu dolaşırken de aynı tadı buldum yine... Hepimiz için geçerli değil mi, kafamızda anlamlandıramadığımız, kolayca kelimelere dökemediğimiz, sebebini kestiremediğimiz birçok tuhaflık yok mu? Adına ister kader-kısmet, ister şans diyelim; her birimiz aynı Mevlut gibi çok da adlandıramadığımız bu tuhaflıklar içinde, bazen rüzgara kapılmış, bazen de dümene geçmiş halde yaşıyoruz işte...
Mevlut kasabasından çocuk yaşta göçettiği İstanbul’da sokaklarda yoğurt, pilav, dondurma, boza satarak hayatını kazanır. Ama varsa yoksa da bozadır onun için; o bir bozacıdır ve mesleğini büyük bir ciddiyet ve özenle devam ettirir. Bir yandan sokaklardaki hayatın akışına ve değişimine şahit olur yıllar yılı; gecekondular yıkılır, tapular verilir, yerlerine gökdelenler yapılır, ahbapları zengin olur. Bir yandan da ülkenin içinden geçtiği siyasi ve kültürel değişimleri gözler; darbe olur, Alevi-Sünni atışmaları ve sol/Kürt-milliyetçi kavgaları içinde kalır. Ama onun derdi hep bir türlü sebebini bilmediği kafasındaki tuhaflıktır. Bu tuhaflıklar sonucu niyet ettiğinin peşinde koşmak yerine kısmetine düşen ile yetinir, hırsına kapılmaz ama hak yine de gelir onu bulur.
Soralım o zaman Orhan Pamuk ustamız ile birlikte:
Hayat bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa kısmetimize mi?
Mevlut’ü mutlu yapan itirazsız yaşadığı kaderi midir, yoksa kendi seçimleri mi?