"Endişeler bir tane değil ki Ma. İnsan baştan aşağı endişe yumağı, öyle çok konu var ki..." "Hayır, yanılıyorsun. Hepi topu sadece iki endise var." "İki mi?" diye hayretle soruyorum. "Tabii ki. Bak, insanın her endişesi şu iki seçenekten biri: Ya istediğim olmazsa? Ya istemediğim olursa? Her endişene bak, bu
"Aşk sahip olmadığınız (siz­ de olmayan) bir şeyi, onu sizden istemeyen birine vermek­ tir/vermeye çalışmaktır," diyor. Acınası bir durum gibi görü­nüyor, değil mi? Ortada verilecek bir şey yok, ama zaten onu isteyen de yok. Ancak "aşk" gene de var. Çünkü o öteki her kimse, onun "gerçekten" istediği şey de kimsede yok. Zaten olsaydı da karşılığında ne verebilirdi ki?
Sayfa 85 - Metis Yayınları
Reklam
Önemli Bulduğum Bazı Kavramlar (Bilmek Ve Olmak adlı kitabımdan alıntıdır) Bir insanın kendini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi için bazı kavramları ve olguları bilmesini zorunlu görüyorum. Bunlardan bazılarını aşağıda açıklıyorum. Özbilinç: özbilinç en genel anlamıyla kişinin kendi duygu düşünce ve davranışlarından haberdar olma halidir.
Ne aptalmışım bir zamanlar: var olmayan kişileri alırdım karşıma; onların beni eleştirmelerine karşılık vermeye çalışırdım. Bunu yapıyorum çünkü... derdim. Öyle diyorsunuz ama... derdim. Benim asıl niyetimin ne olduğunu biliyor musunuz bakalım? diye azarlardım onları. Şimdi, bu küçüklüklerin üstüne çıktım. Kimseyle alışverişim yok. Yalnız, size iyilik olsun diye robe-de-chambre yazacağım. Biraz "sense of humour" kaldığını anlayın diye bende. Tolstoy, düşündüklerinizi yazmaya değer bulmuyorsanız yazmayın, diyor. Siz öyle bulamazsanız, gerçekten yazmaya değmezmiş. Tolstoy'a karşıyım. Yazıyorum. Bu, ancak beni ilgilendirir. Bu, beni ilgilendirir ancak. Hepsini birden dinledik zamanında ve hiçbirine yaranamadık. Eksik olsunlar artık.
Sayfa 618Kitabı okudu
"Sence," diye sordu vicdanı, "eksik bilgi vermek ve tamamen yalan söylemek arasında gerçekten fark var mı? Tanrı'ya göre yok."
Sayfa 45 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Bakara
‌ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Bakara 2 ‌ اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak
Reklam
"Edward çok iyi bir insan ve onu gerçekten seviyorum ama yine de... Beklediğim gibi bir genç değil o. Ne bileyim, sanki bir şeyler eksik. Etkileyici değil. Ablamı kendine aşık edecek tipte bir gençte olmasını beklediğim zarafet yok onda. Gözlerinde o ruh, erdem ve zekâ pırıltılarıyla parlayan o ateş yok. Üstelik korkarım, o zevk sahibi biri de değil anneciğim. Müzikle pek ilgilendiği söylenemez ve Elinor'un çizimlerini çok beğeniyor olsa da bu, onların değerini anlayan birinin beğenisine pek benzemiyor. Resim yaparken onunla ilgilenmesine rağmen konu hakkında hiçbir şey bilmediği belli oluyor. Bu sanattan anlayan birinin değil, bir aşığın beğenisi. Oysa bana göre bu özelliklerin bir arada olması lazım. Zevkleri her açıdan benimkiyle örtüşmeyen bir adamla mutlu olamam ben. Seveceğim adam, tüm duygularıma hâkim olmalı. İkimizi de aynı kitaplar, aynı melodiler cezbetmeli. Ah anneciğim! Dün gece bize kitap okurken Edward ne ruhsuz, ne yavandı öyle! O an ablam için gerçekten çok üzüldüm. Oysa ki o, hiç rahatsız olmadan sakince dinledi. Sanki bu durumun farkında bile değil gibiydi. Beni neredeyse her duyduğumda çılgına çeviren o güzelim satırların öyle ruhsuz bir sakinlikle ve korkunç bir kurulukla okunuşunu dinlemek..."
SAF KORKUNUN ELEŞTİRİSİ
Herhangi bir felsefeyi formüle ederken ilk sorumuz hep şu olmalıdır: Ne kadarını "bilebiliriz?" Şu anda neyi bildiğimize ya da bir zamanlar neyi bilmiş olduğumuza emin olduğumuzu nasıl bilebiliriz? Tabii, bunlar bilinebilir şeylerse... Yoksa bütün bunlan unutup, utanarak bir köşede mi oturmalıyız? Zaten, Descartes da "Zihnim, bacaklanmla arkadaş olabilmişse de vücudumu asla kavrayamaz" derken bu konuya temas etmiyor muydu? Sırası gelmişken, "bilinebilir" derken, duyularla algılanabilen ya da zihnin kavrayabildiği şeyleri kastetmiyorum. Benim demek istediklerim, "bilinebilen" ya da "bilinebilirliğe" ait olan ya da en azından, bir arkadaşınıza hakkında bir şeyler söyleyebileceğiniz şeylerdir. Evreni gerçekten "bilebilir" miyiz? Tanrım, China Townda yolunu bulmak bile bu kadar güçken... Aslında işin püf noktası şu: Orada, dışarıda bir şeyler var mı? Eğer varsa, neden var? Dahası, bu kadar gürültü yapmak zorundalar mı? Sonuç olarak diyebiliriz ki, "gerçekliğin" en büyük eksikliği, bir özden yoksun olmasıdır. Hiç özü yok demek istemiyorum; ama eksik olduğu kesin. (Burada sözünü ettiğim, Hobbes'un biraz daha küçük olarak tanımladığı şeydir) Bu yüzdendir ki "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyen Karteziyen vecizesi şu biçimde daha iyi özetlenebilirdi: "Heey, surdaki saksofonlu kadın Edna değil mi?" Öyleyse, bir öz'ü ya da bir düşünceyi bilmek için ondan şüphe etmeliyiz, böylece, ondan şüphe ederek son durumunda içerdiği özelliklere ulaşınz ki bu özellikler, "şey"in kendisi içindedirler" ya da "şey'in kendisine aittirler"
Yalnız bir opera
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim imrendiğin, öfkelendiğin kızdığın, ya da kıskandığın diyelim yani yaşamışlık sandığın Geçmişim dile dökülmeyenin tenhalığında kaçırılan bakışlarda gündeliğin başıboş
Biri ınsan ruhunun Tanrının kendi özünün, öbürü de büyük bütünün bir parçası olduğunu; bir üçüncüsü ilksiz olarak yaratılmış; bir dördüncüsü yaratılmış değil. yapılmış olduğunu söyler; baş­ kalan da Tanrının onlara gerektikçe biçim ver­ diğini, çiftleşme anında geldiklerini temin ederler. Biri: ..Sperma hayvancıklannda yerleşir'' diye
Reklam
Son zamanlarda içimde bir şeyler yıkılmaya başlamış gibi beni boğan bir izlenimden kendimi alamıyorum... beni bütünleştiren bir eksen bir anda kırılmaya başlamış... ayaklarımın altındaki zemin kayıp gidiyormuş... içimde bir şey felce uğramış gibi... bazan bana öyle geliyor ki, ben kendim değilim de, gerçekten kendimmişim gibi oynuyorum sanki... içimde, her şeyin kaynaklanıp geliştiği sağlam bir dayanak noktası yok, eksik... dolanıp duruyorum... rastlantılara ve savrulmalara bırakmışım kendimi... boşlukta bir yere düşmekteyim ve artık herhangi bir şeye tutunamaz durumdayım... bir bakıma ne olacak diye bekler gibiyim ve kendi yaşamımın bilinçli öznesi değilim artık, onun edilgin nesnelerine dönüşüyorum... bazan içimde öyle bir his oluyor ki, yalnızca zamanın geçişine güçsüzce kulak vermekten başka hiçbir şey yapılmasın istiyorum.
Sayfa 122Kitabı okudu
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
Esirlerin salıverilmesinden sonra Tiflis'te çıkan Kafkas adlı ga­zetede, avulda geçirdikleri esaret günlerinin hikayesi yayınlan­dı. Gazetenin yazdığına göre "ilk akşam, tanışmayla geçti." Bu denli dehşet verici bir akşamı, sosyal kaynaşma çağrışımı yapan bir ifadeyle tarif etmeleri ilginç. Fakat Şamil, daha ilk günden esirlere
Şamil'in oğlu Cemaleddin esir alınıp St. Petersburg'a getirileli on üç yıl olmuştu. Bu on üç yıl içerisinde Şamil, Zümrüdüan­ka gibi Ahulgo'nun küllerinden yeniden doğmuş ve Kafkasya'ya hakim olmuştu. Rus askerleri, akın akın bu dev gibi adama sal­dırmış ancak geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu on üç yılda, esir olarak St.
371 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.